PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK, PSİKİYATRİ VE PSİKOTERAPİ

 Kartaltepe Mah.
     İncirli Cad. Faik Köksal Sok.
     Manolya Apt. No:4 Daire:5
     Bakırköy/İstanbul
     Tel:0212 543 01 33

MAKALELER

AİLE SİSTEMİ TERAPİSİNDE SEKİZ MERCEK (Çeviri Makale)
Aile sistemleriyle çalışmada farklı bakış açılarında düşünebilme ve uygulama yapabilmenin önemi bu alanda çalışan terapistler çok iyi bilinmektedir. Breunlin, Schwartz ve MacKune-Karrer terapötik mercekler olarak işlev gören 6 farlı bakış açısı tanımlamışlardır. Bu mercekler olayları ve süreçleri daha iyi değerlendirme ve farkındalık düzeyini arttırmada farklı araçları bir arada kullanarak geliştirilmiş bir terapi çerçevesi işlevi görürler. Bu mercekler içsel aile sistemleri, etkileşim örüntüleri, organizasyon, gelişimsel mercek, çok kültürlülük ve cinsiyettir.
Carlson, Sperry ve Lewis (1997) ve Goldenberg ve Goldenberg (2002) bu 6 merceğe, 2 mercek daha eklemiştir. Bunlar teleolojik mercek (amaç oryantasyonu) ve süreç merceğidir. Bunların kullanımı tüm sistem kuramları için ortak bir özellik olup bu yaklaşımı değerli kılan en önemli nokta terapistin tek bir bakış açısına kilitlenip kalmasını engellemek ve olguyu farklı bir çok bakış açısındangörebilmesini sağlamasıdır. Bu mercekler kişiye özel terapötik müdaheleler ve ailenin özel gereksinimleri için kullanılabileceği gibi, değerlendirme için de kullanılabilir.

1.BİREYİN İÇSEL AİLE SİSTEMİ

Her bireyin kişiliği bir çok parça ve boyuttan oluşmaktadır. Bu kişilik katmanlarının bazıları kişiyi geliştirici, bazıları ise kişiyi yıkıcı özelliktedir. Yine bunlardan bazıları fiziksel, bilişsel, duygusal, sosyal ya da ruhsal olabilir. Bu parçalar gelişimsel deneyimlerimizden ve sosyal etkileşimlerimizden ortaya çıkar ve doğaları gereği bir takım değerlendirmeler içerirler. Kim olduğumuzu ve nasıl bir anlam taşıdığımızı açıklarlar. Aşırı olmayan, doğal durumlarında tüm parçalar kişi için olumlu bir şey olmayı ister ve içsel sistemde değerli bir rol oynamayı arzular. Parçalar ancak kutuplaşmış olduğunda ya da aşırı olduğunda birey içsel çatışmalar yaşar. İçsel parçalar kavramıyla çalışan her kuramcı-uygulayıcı gerekli parçaları seçen, yöneten, organize eden ve bütünleyen bir varlık (super-entity) olduğunu kabul ederler. Bu varlık kişinin özü olarak bilinir ve birey sisteminin bütünüdür.

2.TELEOLOJİK MERCEK

Teleoloji nihai nedenlerin, amaçların, son noktaların ve niyetlerin araştırılmasına işaret etmektedir. Bu bakış açısı aile terapistinin bireyin davranışlarını neyin motive ettiğini, bireyin aile içinde ortaya koyduğu davranışların, sergilediği belirtilerin sistemik maksadını, üçlemenin ( Murray Bowen’in temel kavramlarından olan üçleme iki kişinin, üçüncü kişiye yönelmesi anlamına gelen üçlü bir grup oluşturma sürecidir. ) ne amaçla yapıldığını ve temel etkileşimlerin, alışkanlıkların neler olduğunu ve ne amaca hizmet ettiğini anlamasına yardımcı olacak bir yol sunar.
Gerek bireyler, gerek aileler bir bütün olarak amaçlı bir eylemde bulunurlar. Makul düzeyde risk alma, cesaret , güven, öz saygı, enerji, iyimserlik ve umutla karekterize eylemler ve etkileşimler büyümeyi ve gelişmeyi desteklerken; çekingenlik, korku ve koruma ile karekterize edilen eylemler ve etkileşimler ise gelişim ve büyümenin önünde engeldir.
Aslında bu amaçlı eylemler ve yaşam amacı bireyin içsel aile sistemleri anlayışının da temelini oluşturmaktadır.
Özellikle Adler aile terapisinde amacın fark edilmesi ve kabulü ailelerle çocukların motivasyonlarının ve çıkmaza götüren yanlış etkileşimlerinin anlaşılmasına temel oluşturmaktadır. Driekurs çocukların yaramazlık yapmalarının dört amacı olduğunu söyleyen ilk terapisttir. Bu dört amaç dikkat çekme, güç çatışması, intikam alma ve yetersizlik (yetersizlik sanısı) olup çocukların gündelik yaşamlarındaki davranışlarının tipik güdüleyicileridir. Driekurs’un geliştirdiği sistematik yaklaşım şu noktalara dayanmaktadır.
1.Çocuktaki yaramazlığın tanımlanması
2.Anne babanın bu tepkiye karşı gösterdiği tepki
3.Çocuğun anne babasının disiplini sağlamak için ortaya koyduğu tutuma karşı geliştirdiği karşı tepki
Bu bağlamda aile terapisti davranışın altında yatan kişisel niyetlere ve motivasyona dikkat çekecek sorularla başlar
• Bu belirti, etkileşim ya da süreç hangi amaca hizmet etmektedir?
• Bireyin davranışı bireyi nasıl korumaktadır?
• Bir eylemin ya da etkileşimin sosyal sonuçları nelerdir?
• Birbirleriyle çelişkili amaçlar güden aile üyelerinin amaçları nelerdir?
• Çatışma yaşanan ailenin ve terapinin hedefleri birbirleri ile uyuşmakta mıdır?
Aile yaşamını tanımlayan yönlerden biri belirli bir düzeni olmasıdır ve aile üyeleri zaman içinde çok çeşitli biçimlerde tekrarlanan sıralarda etkileşimde bulunma eğilimindedir.
Breunlin ve ark. Bu örüntüleri ailenin işleyiş sürecinin içine gömülmüş süreçler olarak tanımlar. İlk bakışta ayırt edilmez ama aile bireyleri farkına varmadan bu bu özelliklere göre davranmaya devam ederler. Bu süreçler çok çeşitli düzeylerde gerçekleşir.
1.DÜZEY: İki ya da daha fazla aile üyesi arasında, yüz yüze gerçekleşir. Örneğin baba kızıyla çatışma yaşar_______kız acı çekiyormuş ve çaresizmiş gibi yapar______anne kızı kurtarır
2.DÜZEY: Ailenin işlevselliğini destekler ve alışkanlık ( rutin ) olarak kabul edilir. Aile için tipik olan ve sanki gündelik, sıradan bir şeymiş gibi yapılma eğiliminde olan süreçleri destekler. Adler yaklaşımında aile üyelerinden tipik bir günlerini anlatmaları istenir. Örneğin bir ailenin sabah rutini: En önce baba kalkar ve en büyük kızı uyandırır_______Büyük kız uyanır, giyinir va köpeği besler________Anne kalkar ve 3 yaşındaki kızını uyandırır_____Anne 3 yaşındaki kızı giydirirken baba kahvaltıyı hazırlar_____Çocuklar yemek yer, anne baba giyuinirken büyük kız öğle yemeklerini hazır eder_____Anne baba ayak üstü atıştırır. Herkes okula ve işe gitmek üzere evden ayrılır.
Burada bireysel roller sistemin tümü için geçerli olan alışılagelen bir süreci destekler.Bu rutinin bir parçası durur ya da bozulursa sistemin tümünün yeniden düzenlenmesi gerekir.
3.DÜZEY: Yaşamın gel- gitleriyle ilgilidir. Çok daha uzun olan bu etkileşim örüntüsü genellikle dış etkenlere ya da gelişimsel değişimlere karşı ailenin uyum göstermesini gerektirir. Klasik evden ayrılma süreci stratejik terapistlerin kullandığı bir örnektir.
Evli çift ilişkilerinde yaşadıkları sorun yerine, ilgilerini yıllarca çocuklarına yansıtmışlardır ve bu çocuk şimdi üniversiteye gitmek üzere evden ayrılmak üzeredir._____ Bu durum kaygılarını arttırır ve genç evden ayrıldığında boşanmaya kadar gidebilecek çatışma ortamı patlak verir.____Genç eve geri dönmeyi isteyerek okulda çeşitli ruhsal belirtiler geliştirir ve eve dönüşüyle anne babanın çatışması sönmeye yüz tutar.
4.DÜZEY: Kuşaklar boyu gelişen ve aktarılan özelliklerdir. Bunlar daha büyük sistemlerin değerlerini ve kültürel ya da cinsel rollerin yansımalarını taşırlar. Bu süreçler bir kuşaktan diğerine geçer ve kesintisiz akan bir yaşam duygusu uyandırırlar.
Uyumlu süreçler dengeli, açık, işbirliğine önem veren bir liderliğe gerek duymaktadır. Uyumsuz süreçler kuralların sıkı ve esnetilemez olduğu, parçaların kutuplaştığı ve aşırılaştığı, değişime karşı direncin oluştuğu durumlarda ortaya çıkar. Aile terapisinde bu dört düzeyin her hangi biri ya da hepsinde gerçekleşebilecek daha olumlu sıraların geliştirilmesi için çaba harcanır.

3.ORGANİZASYON MERCEĞİ

Gerek bireyler, gerekse aileler her şeyi bir arada tutan ve birlik duygusu uyandıran bazı organizasyon süreçlerine sahiptirler. Aile sistemlerinde organizasyon ailenin kurallarını, alışkanlıklarını (rutinlerini), ritüellerini ve aile üyelerinden beklenilen rolleri açıklar. Kısaca organizasyon ailenin yaşayan yapısına işaret eder.
Aile terapisinin ilk çıktığı yıllarda vurgu yapılan aile sisteminde ‘hiyerarşi’ kavramı son yıllarda yine Breunlin ve ark. nın katkısıyla yerini ‘liderlik’ kavramına bırakmıştır. İşbirliği çiftler arasındaki karşılıklı ya da eşitlikçi ilişkilerde bulunur ve ailedeki liderliğin işlevi sistemi açık ve yararlı yollardan organize etmektir. Parçalardan her biri ayrı ayrı ve aileyi bir bütün olarak tamamlamasının yanı sıra, onu büyüttüğü ve geliştirdiği için, aile bireylerinin karar alma süreçlerine katılabilmesi, aile kaynaklarına ulaşabilmesi, kendi ve bir bütün olarak sistem adına uygun sorumluluklar alabilmesi gerekmektedir.
Genel olarak ailelerdeki liderlik en iyi yetişkinlerin yapabileceği bir iştir. Burada yetişkinden kastımız belirli bir olgunluğa ve yaşam deneyimine sahip, anne-baba olmayı seçen ve gelecek kuşağı kurmaya arzulu insanlardır.
Breunlin ve ark. bu liderlik kavramına denge kavramını da eklemişlerdir:
Dengeli sistemlerde üyeler işbirliği yaparlar, bütünü ilgilendiren daha büyük bir iyilik adına bireysel ilgilerinin bazılarından fedakarlık yapmaya istekli olurlar, birbirlerini kollarlar, daha büyük sistem içinde kendilerini değerli hissederler ve ait olmakla ayrı bir birey olmak arasındaki dengeyi kuran açık sınırlarla yaşarlar.
Dengeli aile liderliği kararlı ama dostça davranma yeteneğine sahip olmayı gerektirir. Böyle bir lider bir yandan dürüst, esnek ve cesaretlendirici olurken, diğer taraftan gelişimi engellemeyecek uygun sınırlar da koyabilmelidir. Dengeli ailelerde bireysellik ve aileye bağlılık eşit derecede önemlidir. Her ikisi de kuşaksal, kültürel ve geleneksel gerekliliklere uygundur. Çocuklar büyüdükçe dengeli liderlik daha çok eşitlikçi, daha çok işbirliğine dayalı bir tutum takınır ve buna bağlı olarak aile süreçleri de paylaşıma, tutarlılığa ve şefkate daha çok eğilim gösteren bir yapıya kavuşur.
Verimli bir liderliğe sahip ailelerde çocuklar güvende olduklarını, büyüme ve gelişme için uygun koşullara sahip olduklarını hissederler ve benlik saygıları olumlu yönde etkilenir.

4.GELİŞİMSEL MERCEK

Gelişim kavramı aile sistemleri terapine 1970’li yıllarda girmiştir.Doğumdan sonraki bütün yaşam basamaklarını ayrıntılarıyla planlayan bireysel gelişim modellerinin aksine, aile yaşam döngüsü altı önemli geçiş üzerine odaklanmaktadır.
1. Bekar,genç bir yetişkin az ya da çok özgür bir yaşam sürdürebilmek için evden ayrılır.
2. Bireyler evlenir ya da birlikte bir yaşam kurabilmek için çift olur.
3. Çiftin çocukları olur ve aile başlar.
4. Çocuklar ergenlik çağına gelirler.
5. Anne baba çocuklarına bir yaşam tesis eder ve çocuklar olmadan yaşamaya hazırlanır.
6. Aile , çocukların, kendi çocuklarının yanında anne-babalarına da bakmalarının zorunlu olduğu son yıllarını yaşamaya başlar. Anne baba yaşamlarının sona ermesine kendilerini hazırlar.
“Aile yaşam döngüsü” bakış açısı gelişimin kavramsallaştırılmasını genişletmiş, bu noktaya kesin bir odaklanma olmasını sağlamış, aynı zamanda çiftlerin ve ailelerin terapiye başvurma nedenlerinin çoğu patolojik olmayan bir durum olarak ortaya konmuştur.
Aile yaşam döngüsü ilk başlarda sadece çift ebeveynlere uygulanmışken, zaman içinde tek ebeveynli ailelere,yeniden evlenmiş, karışık ya da üvey ailelere; kuşaklar arası büyük ailelere; lezbiyen, gay ve biseksüel ailelere; farklı kültürlerden gelen ailelere; yoksulluğa ve aile hayat döngüsüne; aile hayat döngüsündeki cinsiyet etkilerine uygulanan gelişimsel bir modeldir.
Breunlin ve ark. Bireysel gelişimi aile ve toplumla ilgili gelişimsel bakış açılarıyla yeniden bütünleştirecek gelişimsel bir mercek önermektedir. Bu model 5 düzey içermektedir.
1.Biyolojik
2.Bireysel
3.Alt sistemik (Yani ilişkisel)
4.Ailesel
5.Toplumsal
Her düzey gelişime ya da büyümeye ait özel bir gereksinim olmaksızın bir diğerini etkilemektedir. Terapinin odak noktası ailelerin ve bireylerin büyüyüp gelişebilecekleri, gerekli yetkinlik seviyelerine ulaşıp ulaşamayacaklarıdır.
Toplumsal düzeyde bireyler ve aileler içinde yaşadıkları baskın kültürün inançlarını ve değerlerini genellikle içselleştirirler. Geçmişte ve halen doğu toplumlarında değerler ve gelenekler büyük aileler sayesinde kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Günümüzde küresel bir dünyada yaşıyoruz ve medyanın çeşitli araçlarının bireysel ve ailesel deneyimlerimiz üzerindeki etkisi çok büyüktür. Baskın kültürün aileler üzerindeki gücü, aynı anne babaların çocukları üzerindeki güçlü etkisine benzemektedir. Ve bu güç görmezden gelinemez.
Terapötik çalışmalarda aile yaşam döngüsü hem iyileştirici, hem de koruyucu olabilir. Ancak her ailenin aynı zamanda bireysel, ilişkisel ve toplumsal gelişim süreci içinde olduğunu da unutmamak gerekir. Aile terapisi ataerkilliğe, diğer baskın kültür ayrıcalıklarına, ön yargılara hatta ayrımcılığa karşı çıkmada çok değerli bir işleve sahiptir.
Değişim kaçınılmazdır; hatta yaşamın kendisidir. Aile terapisinde büyüme ve gelişim arzulanan süreçlerdir. Aile terapistleri bireyin ihtiyaçlarını dile getirdiklerinde aynı zamanda ilişkilerin, ailenin ve daha büyük sistemlerin ihtiyaçlarına da işaret etmektedir.

6.ÇOK KÜLTÜRLÜ MERCEK

Ayrımcılık ve baskı duygularımızı, düşüncelerimizi, davranışlarımızı, yaşantılarımızı ve sergilediğimiz belirtileri etkilemektedir. Bu etkenler hemen her kültürde görülmektedir.Baskın kültürün iki amacı vardır, ki bunların ikjisi de güçle ilişkilidir.
1. Kendini ve değerlerini sağlamlaştırmak
2. Alternatif durumların ve bu durumlarda bulunanların gücünü ve etkisini en aza indirgemek
Örneğin ABD’de baskın gücün tanımışöyledir: Erkek, karşı cinse ilgi duyan, beyaz, İngilizce konuşan, aslen Avrupa’lı, Hiristiyan, 30-35 yaşları arasında,zengin ve eğitimli. Oysa tüm bunlar bir ayrıcalıkla ilgilidir ve bu ayrıcalığa sahip olan herkesin hem normal hem de norm sayıldığı varsayılmaktadır. Baskın kültürlerde bir yanda sayısız ayrıcalığa sahip olanlar vardır, bir yanda da marjinal hale getirilmiş, baskılanmış ya da terk edilmiş, ayrımcılığa maruz kalmış insanlar…
Çok kültürlü bakış açısı baskın kültüre meydan okur ve insan anlayışımıza farklılık ve çeşitlilik getirir. Bu bakış açısı baskın kültürü farklılıkları budayan ve çeşitlilikleri teke indiren bir yapı olarak görür. Aradığı bir hoşgörü değil; aksine farklılıklara değer verilmesi ve takdir edilmesidir.
Breunlin ve ark. hem kültürler arası hem de aynı kültür içinde deneyimler tanımlamışlardır. Aynı kültür içindeki deneyimler bir kültürel sistem içinde gerçekleşir, kültürel tanımlar olarak işlev görür, toplum yaşamının sürekli olduğu duygusunu uyandırır ve kültüre özgü olan değerleri ve inançları sağlamlaştırır. Kültürler arası deneyimler ise kültürel sistemlerin arasında hatta tam ortasında gerçekleşirler. Bunlar halkın büyük bir kısmının, çeşitli kültürlerde var olabilen ortak deneyimleri üzerine kurulmuştur.10 değerlendirme alanı çok kültürlü bakış açısıyla çalışmak isteyen terapistlere yardımcı olur.
• Baskın toplumda göçmen kimlikli üyelik
• Ekonomik ayrıcalık ya da yoksulluk düzeyi
• Eğitim düzeyi
• Etnik köken
• Din
• Cinsiyet
• Yaş
• Irk ayrımcılığı ve baskı görme
• “Azınlık çoğunluğa tabidir düşüncesinin yaygınlığı”
• Bölgesel farklılıklar ve özellikler
Aile terapistleri çalışmalarında her aileye o ailenin yapısına uygun çok kültürlü mercekle bakmak ve buna göre değerlendirmek zorundadır.

7.CİNSİYET MERCEĞİ

Dünyadaki en eski ve hemen her yerde görülen ayrımcılık ve baskı kadına yönelik olarak yapılmıştır. Bu aşağı yukarı bütün kültürlerde ve birkaç istisna dışında tarihsel süreçlerde de böyle olmuştur. Feministler aile terapisinin temel bakış açılarına baş kaldırmakla kalmamış, aynı zamanda ailenin kadın için iyi olduğu görüşüne de karşı çıkmıştır. Kadınlar halen de çocuk yetiştirme, ev işleri ve toplumsal katılım konusundaki sorumluluğun hepsini omuzlamış durumdadırlar. Karşılaştırılabilir durumlarda kadınlar erkeklerden çok daha az ekonomik kazanç elde etmektedirler. Aile içinde kadın en çok ücreti kazansa bile yine de aile bütçesinin üzerinde ya çok az söz hakkına sahiptirler ya da böyle bir hakları hiç yoktur.
Gün geçtikçe artan sayıda aile terapisti kadını destekleme tutumunu terapilerinin bir parçası olarak görmeye başlamışlardır. Eski kavramlar yerini eşler arasında ve aile içinde liderlik, ilişki, karşılıklı konuşma ve iş birliği ile ilgili kavramlara bırakmıştır.
Burada aynı zamanda erkek olmanın getirdiği bazı beklentilerden de söz etmek gerekir. Örneğin erkeklerden her zaman gücü ve kontrolü ellerinde bulundurmaları, duygularını bastırmaları, her durumda başarılı olmaları beklenmektedir. Erkeğin kadınla kurduğu ilişkide baskın kültürün etkisi altında şekillenmektedir.



ÇOCUK RUH SAĞLIĞI ÜZERİNE KÜÇÜK BİR FARKINDALIK…
Ebeveynlik, bir çocuk dünyaya getirmek; küçücük, üstelik yaşamını sizin yardımınız olmadan sürdürmekten yoksun bir canlının varoluş sorumluluğunu üstlenmek, bedensel ve ruhsal olarak sağlıklı bir çocuk büyütmek ve erişkin bir insanın yetişmesine katkı sağlamak bir insanın hayatında yapabileceği en önemli, heyecan verici ve tatmin edici bir deneyim hiç kuşkusuz... Ancak bir o kadar da zorlayıcı, zaman zaman tüketici, zaman zaman da ana babayı kaygı, korku, hayal kırıklığı, çaresizlik ve öfke gibi yoğun duygularla baş başa bırakan ve 24 saat süren bir sorumluluk. Daha doğrusu günler, aylar, on yıllar boyunca, kısaca ömür boyunca devam eden dünyanın belki de en zor mesleği…
Ancak sonuçları bu kadar önemli olmasına karşın bu konuda çok az ya da hiç eğitimimizin olmaması bu işi daha da zorlaştırmakta. Dünyanın neresine giderseniz gidin herkes ehliyet almadan yapılandırılmış bir eğitimden ve bir sınavdan geçer, ancak hiçbir yeteneği, eğitimi ve bilgisi olmayan herkes ebeveyn olabilir. Muhasebe işi yapıyorsanız ve hesaplarınız tutmadıysa, geç saatlere kadar oturur, hatanızı bulur ve düzeltirsiniz. Aşçıysanız ve yaptığınız yemek olmadıysa onu döker ve yenisini yapabilirsiniz. Ancak ebeveyn olarak hatalı davrandığınızda çocuğunuz, hayatta en çok sevdiğiniz ve değer verdiğiniz insan hayatı boyunca acı çekebilir, ruhunda onulmaz yaralar açılabilir. Ve bu durum onun kişilik gelişimini, gelecekteki yaşantısını, evliliğini, kendi çocuklarıyla kuracağı ilişkiyi, meslek hayatını ve tüm sosyal ilişkilerini etkileyebilir. Zira bir çocuğun ruhsal yapısı, henüz dünyaya bile gelmeden çok önce, anne babanın bebeklerine ilişkin ilk hayalleriyle şekillenmeye başlamıştır bile. Gerek anne karnında geçirilen dönem, gerekse 0- 7 yaş arası erken çocukluk dönemi bütün bir ruhsal yapının temellerinin atıldığı çok önemli bir süreçtir.
Ebeveyn olarak yapılan hatalar yalnızca çocuklarımızı değil, bizleri de doğrudan etkiler. Hatalı tutumlar anne babaların çocuklarıyla ilişkilerini bozduğu gibi, kendilerine olan güvenlerini, saygılarını ve iç barışıklıklarını da azaltabilir. Ayrıca evlilik ilişkileri, meslek yaşamları ve sosyal ilişkiler de olumsuz yönde etkilenebilir.
Diğer yandan çocuklarımızı getirdiğimiz dünya ve zaman da çok değişti. Eskiden toplum aileyi destekleme konusunda çok daha etkin ve donanımlıydı. Herkesin yetki ve sınırları çok daha netti. Çocuklar ebeveynlerini dinler ve onlara saygı duyar, aile, akraba ve komşular çok daha yakın ilişkiler içinde yaşar, boşanmalar çok daha seyrek olurdu. Annelerin çoğu ev hanımıydı ve evin ekmeğini babalar kazanırdı. Televizyon, video ya da bilgisayar olmayan evlerdeki çocuklar sokaklarda oyun oynar, top peşinde koşardı.
Bugün ise durum çok daha farklı: Gerek ülkemizde, gerekse dünyada bilgi üretimindeki artışa, teknolojik gelişime, iletişim ve haberleşme olanaklarının artmasına bağlı olarak hızlı ve yoğun bir değişim yaşanmakta. Bunlara endüstrileşme ve şehirleşme, köyden kente göç gibi olgular eklendiğinde kültürel, sosyal ve ekonomik yapılar derinden etkilenmekte ve bu da ahlaki, dini ve toplumsal değer yargılarının hızla değişimine yol açmaktadır. Bütün bu değişimler aile olgusunu da etkilemekte, bireyselleşme ve yabancılaşma artmakta. Artık gençlerin çok az bir bölümü üniversiteden mezun olana kadar ailesiyle birlikte yaşamaya devam ediyor. Doğum kontrol yöntemlerinin ve aile planlaması kavramlarının gelişmesiyle kadının toplumdaki yeri ve rolü de farklılaşmakta. Pek çok ailede hem anne, hem de baba evin dışında çalışmakta ve eskiden çocukları yetiştirilmesi için harcanan zamanlarının ve enerjilerinin çoğunu tüketen sorumluluklarla yüklenmiş durumdalar.
Geçmişle kıyaslandığında yaşadığımız sokaklar çok daha güvensiz, soluduğumuz hava, içtiğimiz su ve yediğimiz besinler çok daha sağlıksız. Çocuklarımız gerek televizyondan, gerekse bilgisayar ortamından kontrol ve baş etmekte çaresiz kaldığımız öfke ve cinselliği içeren yoğun bir uyaran bombardımanına maruz. Bugün okul çağındaki çocukların çoğu kendilerini alkol, madde ve uyuşturucu kullanımının ve yaşamlarını tehdit edecek boyutlarda bir şiddetin içinde bulabiliyor. Yine erken yaşta cinsel ilişki ve intihar seyrek görülen durumlar olmaktan çıkıyor.
İşte bütün bu etkenler çocuklarımız kadar, hatta onlardan önce anne, babaların ruh sağlığını olumsuz yönde etkilemekte ve çeşitli psikiyatrik bozukluklara yol açmakta, ilişkisel problemler, aile içi şiddet, artan boşanmalar aile sistemini ve dolayısıyla çocukları da derinden etkilemektedir.
Bütün bu açılardan baktığımızda mutlu, kendine güvenen ve kendini ifade edebilen, iç disiplinini kurabilmiş çocuklar yetiştirmenin ne kadar zor olduğu açık. İşte tam da bu noktada ruhsal açıdan sağlıklı çocuklar yetiştirmek, çocuklarımızın ruh sağlığını korumak ve sürdürmekte anne babalara çok ciddi bir sorumluluk düşüyor. Öncelikle çocukların normal gelişimsel özelliklerini bilmek ve takip etmek, gelişimsel gerilikleri ve problemleri olabildiğince erken fark ederek tespit etmek, bu bağlamda kitap, görsel-yazılı basın ve internet gibi bilgi kaynaklarından yararlanmak ve gerektiğinde bu alanda çalışan pedagog, psikolog, çocuk psikiyatristi gibi uzman kişilerin yardımına başvurmak hayati bir önem taşımaktadır.



ERİŞKİN RUH SAĞLIĞI ÜZERİNE KÜÇÜK BİR FARKINDALIK….
Ruh sağlığı kavramını yalnızca psikiyatri hekimliğinin dar sınırları içinde ele almak uygun değildir. Dünya Sağlık Örgütü de sağlığı bedensel, ruhsal ve sosyal iyi olma hali olarak tanımlamaktadır. Bu bağlamda kişinin yaşam kalitesi, iş verimi ve mesleki tatmini, evli ise evlilik ilişkisinde, çocukları varsa çocuklarıyla olan ilişkisinde hissettiği tatmin duygusu ve sosyal uyumu da sağlık tanımının içine girmektedir.
Özellikle ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde doğum öncesi, doğum ve doğum sonrası dönemde yaşanan biyolojik ve psikolojik sorunlar, beden sağlığı kadar ruh sağlığının da en temel belirleyicilerindendir. Birçok ruhsal hastalığın kökeninde kalıtımsal faktörler önemli rol oynamaktadır. Ülkemizde halen akraba evliliklerinin sık oluşu, bu alanda halkın eğitim düzeyinin düşük ve genetik danışmanlığın yetersiz oluşu ciddi sorun alanlarıdır.
Okul öncesi ve okul çağındaki çocuklarda gerek aile içi, gerekse yuva ve okullardaki yetiştirme ve eğitim süreçlerindeki yetersizlikler ve hatalı yaklaşımlar ruhsal sorunların gelişiminde çok önemli bir diğer etmendir.
Toplam nüfusun yarısından fazlasını çocukların ve gençlerin oluşturduğu ülkemizde ergenlik ve gençlik dönemlerinin genel ve yetişkin ruh sağlığı üzerindeki etkileri de açıktır. Zira sağlıklı bir yetişkinlik dönemi ancak sağlıklı bir çocukluk ve ergenlik süreci üzerine inşa edilebilir. Ne yazık ki ülkemizde eğitim, öğretim ve boş zamanları değerlendirme olanaklarının yetersizliği, gençleri kendi ilgi ve yeteneklerinden çok ezbere dayalı ve merkezi sınav sistemleriyle mesleğe yönlendiren eğitim sistemi, okul ve ailede özgür düşünmeyi, sorgulamayı ve hareket edebilmeyi engelleyen hatalı ve baskıcı tutumlar gençlerin ruh sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir.
Yetişkinlik dönemi ise bireyin eş seçimi ve evlilik, anne, baba olmak ve dünyaya getirdiği çocuk/çocukları büyütmek, eğitimlerini sağlamak gibi önemli kararları aldığı; iş yaşamına atılarak iş yaşamının getirdiği sorunlarla başetmeye çalıştığı; ekonomik anlamda kendi ayakları üzerinde durma mücadelesi verdiği, diğer yandan da yaşlanan ebeveynlerinin bakımı ve bedensel, ruhsal sağlık sorunlarıyla ilgilendiği zor bir yaşam evresidir. Ayrıca yetişkinin bizzat kendisinin birçok ruhsal ve fiziksel hastalığı da ilk belirtilerini bu evrede göstermeye başlar.
Gerek dünyayı, gerekse ülkemizi etkileyen ekonomik krizler, giderek artan işsizlik ve gelir dağılımındaki adaletsizlik, sosyal güvenlikle ilgili sorunlar yetişkinlik evresini daha da zorlu hale getirmektedir.
KISACA GÖZDEN GEÇİRMEYE ÇALIŞTIĞIMIZ BÜTÜN BU ETMENLERİN OLUŞUMUNDA ROL OYNADIĞI RUHSAL HASTALIKLAR; DÜNYADA OLDUĞU GİBİ ÜLKEMİZDE DE EN BAŞTA GELEN SAĞLIK SORUNLARINDAN BİRİDİR. Zira;
Epidemiyolojik açıdan büyük hasta sayıları söz konusudur.
Kişiye, aileye ve topluma en çok üzüntü ve acı veren hastalıkları içermektedir.
Kişinin aile, iş yaşamı ve sosyal yaşamını ağır düzeyde etkilemekte ve ciddi ekonomik kayıplara yol açmaktadır.
Bilgi yetersizliği, korku ve ön yargıların en çok görüldüğü, bu nedenle teşhis ve tedavinin zorlaştığı hastalıklardır.
Ruhsal hastalıklar toplumumuzda öncelikle tıbbi bir sorun olarak görülmemekte, tıp dışı başvurular (hacı-hoca gibi) %50’yi aşmaktadır.
Genel tıp hizmetlerine başvuru ise daha çok bedensel yakınmalarla olmakta, bu da hekimlere öncelikle bedensel hastalıkları düşündürerek bu yönde tetkik ve tedavilerin yapılmasına yol açmaktadır.
Hekimlerin ruhsal hastalıklar ve tedaviler konusunda yeterince bilgili olmaması da tanı ve tedaviyi zorlaştırarak gecikmelere yol açmakta, bu da tıbbi, ekonomik ve sosyal kayıplara neden olmaktadır.
RUHSAL SORUNU OLAN 100 KİŞİDEN YAKLAŞIK 5’İ RUH SAĞLIĞI UZMANINA ULAŞABİLMEKTE VE YALNIZCA 1’İ TEDAVİ GÖREBİLMEKTEDİR.



TUVALET EĞİTİMİ

Tuvalet eğitimi, çocuğun hiçbir kimsenin yardımı ve hatırlatması olmaksızın, kendi kendine tuvaletinin geldiğini fark etmesi ve gidip tuvaletini yapabilmesi veya tuvalete gitme davranışını kontrol edebilmesi olarak açıklanabilir. Bu nedenle de tuvalet eğitimi, annenin çocuğun çişinin geldiğini fark edip onu uyararak tuvalete göndermesi değildir.

TUVALET EĞİTİMİNE NE ZAMAN BAŞLANMALIDIR?
Çocukta tuvaletini yapmayla ilgili organlar gelişimlerini 2-2,5 yaşında tamamlarlar. Bu yaşlardan önce çocuklar tuvaletinin geldiğini hissetse bile tutamazlar. Uygulamalarda daha erken yaşlarda örneğin 1 veya 1,5 yaşlarında hatta kundakdayken alıştırdığını iddaa eden annelerde vardır. Ancak 2-2,5 yaş öncesinde annenin belirli saatlerde çocuğu tuvalete oturtması, bezini açması veya çocuğun hareketlerinden tuvaletinin geldiğini anlayıp tuvalete götürmesi de tuvalet eğitimi anlamına gelmez. Çünkü bu durumlarda çocuğun tuvaletini yapması kendi kontrolü altında değildir. Diğer taraftan daha erken dönemde başlanmamalıdır. Çünkü, çocuğun tuvaletinin geldiğini fark etmesi, farkına vardıktan sonra tutabilmesi ve gidip yapabilmesi için bu işlemlerin tümü ile ilgili organlarla (böbrek, karın kasları, sidik torbası, anüs kasları) beyin arsındaki sinyallerin oluşup gidip gelebilmesi önemlidir.
2-2,5 yaşından önce çocuk tuvalet eğitimi için zorlanmamalıdır. Zorlandığında anne ile çocuk arsında bir mücadele olabilir. Tuvalet eğitimi 1-1,5 yaşlarında verilmeye çalışıldığında hem anne hem de çocuk gereksiz yere üzülmüş ve zorlanmış olacaktır. Ayrıca erken yaşta zorlamayla yapılan tuvalet eğitiminin daha sonraki yaşlarda bazı davranış ve kişilik bozukluklarına da yol açtığı araştırmalarla tespit edilmiştir. Örneğin zorlanarak alıştırılan çocuklarda daha büyük yaşlarında alt ıslatma ve dışkı kaçırma sorunlarına sık rastlanmıştır.

Çocuklar Tuvalet Eğitimine Hazır olduklarını Nasıl Belli Ederler?

Ara sıra gündüz uykularından kuru kalkmaya başlar, bezden rahatsız olduğunu ifade eder veya 1-2 saat kuru kalabilirler.

Anne Babalar Tuvalet Eğitiminde Nelere Dikkat Etmelidir?

• Çocuğun 2-2,5 yaşlarında olmasına
• Çocuğa tuvaleti geldiğinde bunu söylemesi ve tuvalete gitmesi gerektiği kısa cümlelerle açıklanmalıdır.
• Anne veya baba tuvalete giderken ‘’Çişim geldi tuvalete gidiyorum ‘’ diyerek çocuğa örnek olabilirler.
• Belirli aralıklarla tuvalete veya oturağa oturtulmasına; Tuvalete oturduğunda çocuk kendini güvende hissetmelidir. Eğer tuvaletin içine düşeceğinden korkarsa bir daha oturmak istemeyebilir. Bu nedenle tuvalete oturuyorsa klozete ek bir kapak ilave edilebilir. Alaturka tuvalette ise, tuvaletin deliği çocuğu ürkütebilir. Özellikle çocuklar kakalarını yaptıklarında kendi vücutlarından çıkan bir şeyi görme ihtiyacındadır.
• Çocuğu oturağa oturma aralıkları çocuğun gün içindeki faaliyetlerine göre ayarlanabilir. Örneğin yemeklerden sonra, uykudan önce gibi.Böylece çocuk hem tuvalete oturmaya alışacak hem de tuvaletinin gelişi düzene girecektir.Bu aralıklar çocuğun çiş sıklığına ve düzenine göre ayarlanmalıdır.
• Çocuğa tuvalete gittiğinde kolay çıkarılabilen kıyafetler giydirilmelidir.
• Alıştırma aşamasında çocuk tuvalete oturtulduğunda zaman verilmelidir. Çünkü, bir seferde tuvaletini yapamayabilir. Bu nedenle tuvalete otururken çocuğun eline bir oyuncak verilebilir, kısa bir hikaye okunabilir ve böylece tuvaletini yapması sağlanırken tuvalet işi zevkli hale dönüştürülür.
• Kazayla altına yaptığı zamanlarda ise, çocuğa karşı mahcup ve utandırıcı tutum ve davranışlardan kaçınmalıdır.
• Çişinin geldiğini fark edip söylediğinde ve yaptığında takdir edilmelidir
• Çişinin geldiğini fark etmişsin, bu çok güzel gibi.
• Uygun yaşlarda ve uygun tutum ve davranışlarla desteklendiğinde tuvalet eğitimi ortalama 1 hafta içinde öğretilebilinir.
• Çocuk tuvalet alışkanlığını kazandıktan sonra temizlik alışkanlığını da öğretmek gerekir.



ERGENLİK DÖNEMİ VE ÖZELLİKLERİ (Çeviri ve derleme makale)
Ergenlik, çocuklukla yetişkinlik arasında yer alan, ruhsal alanda da önemli değişikliklerin olduğu hızlı bir büyüme ve olgunlaşma dönemidir. Gelişimin diğer evrelerinde olduğu gibi ergenlik değişimleri de ergenin biyolojik ve kalıtımsal alt yapısı, bireysel gelişim öyküsü, içine doğduğu aile ortamı, yaşadığı çevre ve içinde bulunduğu sosyokültürel- ekonomik değişkenlere bağlı olarak ergenden ergene büyük farklılıklar gösterir.
Bu dönemin insan hayatındaki öneminden dolayı ergenin hem çocukluk dönemindeki temel güven ve özerkliğin kazanılması, cinsel kimliğin oluşumu gibi bütün çekirdek çatışmaları çözmüş olması ve özümsemesi, hem de yetişkinlikte meydana gelecek olan çatışmaları da sezinlemesi ve hazırlanması beklenmektedir.
Bu dönemde ergenlerden beklenenler başlıca şunlardır:
1. Her iki cinsten akranlarla olgun ve sağlıklı ilişki kurmak.
2. Erkek ve kadın olarak cinsiyet rolünü kazanmak.
3. Fiziksel görünüşünü kabul etmek ve bedenini etkili bir şekilde kullanmak.
4. Ana-babanın kararlarından arınmış olarak, kendi seçimlerini yapabilmek.
5. Ekonomik bağımsızlık kazanmak.
6. Meslek seçmek ve ona hazırlanmak.
7. Evlilik ve aile yaşamı için düşünce bazında hazırlanmak.
8. Davranışa rehber olacak bir dizi değerler ve ahlak sistemi geliştirmek.
Her şey yolunda gittiği takdirde gencin bu çatışmaları çözme mücadelesi sağlıklı bir kimlik kazanmasıyla sonuçlanabilir.

ERGENLİKTE GELİŞİM ALANLARI

1. Bedensel ve Cinsel
2. Duygusal
3. Zihinsel
4. Toplumsal
BEDENSEL VE CİNSEL GELİŞİM: Büyüme ve gelişme, döllenmeden başlayarak ergenlik dönemi sonuna kadar devam eder. Büyüme, boy uzaması ve ağırlık artışı gibi ölçülebilen değerlerle ilişkili iken; gelişme vücuttaki yapı ve işleyişlerin olgunlaşması sonucu bazı biyolojik işlevlerin kazanılmasını ifade eder.
Büyüme ve gelişmeyi etkileyen etmenler:
1.Kalıtımsal faktörler
2.Hormonlar: Tiroid hormonu gelişme ve olgunlaşmayı, n hipofizin büyüme hormonu boy uzamasını ve androjen ve östrojen de cinsel gelişimi etkiler.
3.Genel sağlık düzeyi ve beslenme
4.İklim ve coğrafi koşullar
BEDENSEL GELİŞME:
Ergenlikte hızlı bir bedensel gelişim vardır. Özellikle boy ve kilo gelişimi tepe noktasına ulaşır. Kızlar için 10, erkekler için 12 yaşları buluğ veya buluğ öncesi bedensel farklılaşmaların başladığı yıllardır. Bu yaşlarda kız ve erkek çocuklarda iştah artışı olur. Kızlarda 11-14, erkeklerde 14-16 yaşlar büyümenin en hızlı olduğu yaşlardır. Bu yaşlardan sonra büyüme hızı yavaşlar. Buluğda 12-13 yaşlarındaki kızlar, aynı yaştaki erkeklere göre ortalama olarak daha uzun ve kiloca ağırken, 15 yaşlarından itibarenkızlarla erkeklerin boyca ve ağırlıkça farklılıkları erkeklerin lehine değişmeye başlar. Boy büyümesi kızlarda 16-18, erkeklerde 18-20 yaşları arasında durmaktadır. Kız ve erkeklerin kendi aralarında da büyüme ve gelişme açısından bireysel farklılıklar olabilir.Boy uzamasında genetik etmenler, beslenme ve spor gibi çevresel etmenler önem taşır. Karbonhidrat ağırlıklı beslenme boyun uzamasını ve sağlıklı gelişimi engellediği gibi, fazla kalsiyum da zararlıdır.
Ergende ağırlık artışı 3 alanda görülür:
1. Kemik gelişimi
2. Yağlanma
3. Kas gelişimi
Kemiklerin boyu uzar, sert kemik dokusu oluşur. Yağ dokusu hızlı gelişir. Bu yağ dokusu kızlarda kalçaların yuvarlaklaşmasını sağlar. Erkeklerde karın bölgesi ve ensede yağ dokusu birikir. Yağlanmaya bağlı olarak cilt sorunları (sivilce) ortaya çıkar. Yağlanma saçlarda da kendini gösterir ve saçlar kepeklenir.
Ergenlikte organlardaki büyüme ise ikiye ayrılarak incelenebilir:
1.Baştaki büyüme ergenlikte tamamlanır. Ergenlikte önce burun , üst dişler ve alt çene belirgin bir hal alır. Alın genişler, gözlerin arası açılır, elmacık kemikleri belirginleşir. Deri çocuksu yumuşaklığını kaybeder. Saçlar yüzdeki görüntüyü tamamlayan en önemli unsurdur. Kendi yüzü ve saçları ergenin başlıca lgi odağını oluşturur. Buluğ sürecindeki asimetrik yüz görünümü, baştaki organların gelişimlerini tamamlamasıyla sona erer.
2.Diğer organlardaki büyüme: Ergenlikte önce el ve ayaklar, daha sonra kollar ve en son bacaklar uzar. Bu farklı gelişim süreci orantısız bir beden görünümüne yol açabilir. Kas ve kemiklerdeki farklı hız ve zamanlardaki gelişim ergenin bedenini kontrol etmesini zorlaştırır, sakarlık eğilimi, kambur durma eğilimi görülebilir. Büyüme tamamlandığında vücudun görünüşü ve organların vücutla orantıları normale döner.
CİNSEL GELİŞİM:
Kız ve erkeklerde buluğa girecekleri dönemden yaklaşık bir buçuk yıl önce cinsellikle ilgili değişimler başlar. Bu değişimler kızlarda 10, erkek çocuklarda 11-12 yaşlarında başlar. Karşı cinsle ve cinsel sembollerle ilgilenme, üreme özelliklerinin kazanılması, kadınsı ve erkeksi özellikler belirginleşir. Cinsel gelişme iki alanda gerçekleşir:
1.Birincil cinsel gelişmeler:
Kızlarda ergenliğe girerken görülen en önemli değişiklik adet kanamasıdır. Kız çocukları doğduklarında binlerce olgunlaşmamış yumurtayla dünyaya gelirler, ancak ilk adet kanamasından yaklaşık bir buçuk yıl sonra bu yumurtalar olgunlaşarak, yumurtlama faaliyeti başlar. Türk kız çocuklarında ilk menstrüasyon yaşı ortalaması 12.4 olup, menarş (ilk ayhali) daima boy büyüme doruğu geçtikten sonra olmaktadır. Yine bu dönemde rahim, yumurtalıklar gibi cinsel organlar büyür.
Erkek çocukların üreme organlarındaki değişim 13-14 yaşlarında başlar. Bu dönemde erkek üreme organı (penis), erbezleri (testis) ve erbezi torbası büyür.Ergenlikte testisler sperm üretmeye başlar. Sperm, bir canlının oluşmasına olanak tanıyan tohumlardır.
Boşalma (ejekülasyon): İçinde spermin bulunduğu yapışkan sıvının dışarı atılmasıdır. İlk boşalma 12,5-14 yaşlarda görülür. Ani cinsel uyarımlar yaşanabilir.
Gece boşalmaları (rüyalanma): Uyku sırasında boşalma yaşanır. Rüyalardaki cinsel içeriğe bağlanır.
2.İkincil cinsel gelişmeler:
İki cinsi birbirinden ayıran, görünüş farklılıkları ortaya koyan ve iki cinsi birbirine çeken cinsiyet özellikleridir.
Beden yapısındaki değişimler: Kız çocuklarda omuzlar yuvarlaklaşır, göğüs ve kalçalarda deri altına toplanan yağ miktarının artmasıyla göğüs ve kalçalar büyür, meme uçları belirginleşir Erkek çocuklarda ise kol ve bacak kaslarında bir gelişme olur. Göğüs kafesi ve omuzlar genişler, vücut ve yüz erkeksi bir görünüm alır.
Ses değişimi: Kızlarda çocuk sesinden genç kız sesine geçiş olur. Erkeklerde ise kısıklaşma, çatallaşma ve kalınlaşma gibi değişimler gözlenir.Türk erkek çocuklarının ses kalınlaşmasının 13.4 yaşında olduğu bildirilmiştir.
Yüzdeki sivilcelerin artması: Derideki yağ bezlerinin fazla çalışması sonucu salgılan yağlar bez kanallarını tıkar ve yüzde siyah noktalar oluşturur.
Yüzde bıyık ve sakal çıkması: Önce bıyıklar belrgin hale gelir, sonra şakak kemikleri altında sakallar görülmeye başlar. Türk erkek çocuklarında yüz kıllanması 14.5 yaşında başlamaktadır.
Vücutta kıllanma: Ergenlik döneminin başlangıcındaki değişimlerden biri de hipofiz bezinin salgıları ile başlayan koltukaltı ve üreme bölgelerindeki kıllanmadır. Erkeklerde kıllanma ergenliğin sonlarına doğru göğse, bacaklara ve kollara yayılır.
Ter bezlerinin çalışmasının artması
Vücut kokusunun belirginleşmesi
Gırtlakta kıkırdaklaşma
CİNSİYET ROLÜ
Cinsiyet rolü kadın ve erkeğin nasıl düşüneceği ve hissedeceğini belirleyen ve kısmen çevre tarafından verilen bir roldür. Çoğu kültürde erkek ve kadın arasındaki farklılıklar, neleri yapıp neleri yapamayacakları oldukça açık biçimde belirlenmiştir. Bebekler daha doğmadan önce erkekler için mavi, kızlar için pembe renkli giysiler ve diğer özel eşyalarla ayrım başlar. Bu ayrım daha sonra saç biçiminde, giydikleri elbiselerde, kullandıkları aksesuarlarda ve oynadıkları oyuncaklarda olur. Bu farklılıklar bütün gelişme boyunca pekiştirilerek artırılır. Bir yandan da çocuk etrafındakileri gözlemleyerek onların cinsiyet rolleriyle özdeşim kurmaya başlar. Bu süreçte ebeveyn rolü çok önemlidir. Kız ve erkek çocuklara arkadaş seçimi, dışarıda geçirilecek zaman, sportif faaliyetler, hobiler ve giyim- kuşam gibi konularda farklı davranılmaktadır. Aileler belirli ödüller ve yasaklamalar kullanarak kızlarına daha kadınca, oğullarına da daha erkekçe davranmayı öğretmektedirler.
Aile dışında okul ve mahalledeki akranlar ve arkadaş grupları, basın yayın organları da ergenin cinsel davranış ve tutumlarının şekillenmesinde rol oynar. Ayrıca sosyokültürel değerlendirmeler ve öğrenmeler de önemlidir. Gelişmiş ülkelerdeki kadın ve erkekler, gelişmekte olan ülkelerdeki kadın ve erkeklere göre kendilerini birbirlerine daha çok benzer algılamaktadır.
KIZ-ERKEK ETKİLEŞİMİNDEKİ GELİŞMELER
Çocukluktan yetişkinliğe doğru kız-erkek arkadaşlığının belli bir seyir izlediği gözlenebilir.yeni doğmuş bebeklerin ilgileri daha çok kendilerine, yakın çevrelerindeki eşyalara ve annelerine yöneliktir. 7 yaşlarına kadar süren ilk çocukluk döneminde kız ve erkek çocuklar bir arada oynarlar, 8 yaşlarından sonra ise kızların ve erkeklerin oyun gruplarında bir ayrılma görülür. 10-11 yaşlarına doğru kızlardan erkek gruplarına yönelik bir zıtlaşma ve geçimsizlik görülebilir. Birbirlerine karşı gruplar oluştururlar ve bu durum kavga etmeye kadar varabilir.
Kızlar erkeklere göre iki yıl kadar önce buluğ dönemine girdiklerinden 11 yaşlarından sonra erkek çocukların ilgisini çekmeye çalışırlar. Buna karşılık 11-13 yaşlarındaki erkek çocuklar kızlara karşı kayıtsız görünürler, ancak 14 yaşlarından sonra kızların ilgisini çekmeye çalışırlar. Ortalama olarak 14-16 yaşları arasında erkekler yaşıtları olan kızlarla bir arada olmak isterler ve 16 yaşlarından sonra da kızlarla tek tek arkadaşlık etme isteği içinde olurlar.
Anne baba ve yakın çevrenin gençlik dönemi özellikleri hakkında bilgi sahibi olması, bu dönemin gençler için ne kadar önemli ve hassas bir geçiş devresi olduğunu bilmesi, gençlere karşı daha olumlu yaklaşmalarını sağlayacaktır. Çocukluk ve ergenlik yıllarındaki kız-erkek beraberliğinde yaşanan gelişim aşaması tamamen o çağa özgü, yaşlara bağlı ve bütün toplumlarda görülen bir özelliktir.
DUYGUSAL GELİŞİM
Ergenlik dönemindeki duygusal tepkilerde ortak özellikler vardır. Bununla birlikte her ergen faklı yaşlarda ve durumlarda farklı duygusal tekiler gösterebilir.Çocukluk dönemi ile ergenlik dönemi arasında duygusal yönden en belirgin fark çocuklar öfke, kızgınlık, sevinç gibi duygularını daha açık davranışlarla , daha doğrudan ve anında ifade ederken , ergenlikte duygular daha fazla maskelenip örtülür ve daha dolaylı yollardan ifade bulabilir.Genel olarak kızların erkeklerden daha önce duygusal olgunluğa eriştiği söylenebilir.
Ergenliğin başlarındaki büyümenin hızlı oluşu, biyolojik –cinsel gelişimi sağlayan hormonal salgılar buluğda ve onu izleyen yıllarda ergenin hem duygularında, hem de davranışlarında belirgin farklılıklara yol açar. Bunlar;
1.Duyguların yoğunluğunda artış: Buluğdan başlayarak ergenin duygularının yoğunluğunda artma olur. Üzüntü, sevinç, öfke, korku gibi duygularını ifade ederken bu yoğunluk göze çarpar. Olumsuz duygular el, kol hareketleri, yüz ifadesi ve bağırma gibi sözlü ya da sözsüz davranışlarla dışa vurulurken, heyecan, coşku ve karşı cinse yönelik duygular şiir veya öykü yazma, hatıra defteri tutma aracılı ile ifade bulabilir.
2.Duygularda istikrarsızlık: Ergenlerin hem duygusal durumlarının değişim hızı çabuktur, hem de duygularında istikrarsızlık vardır. Neşeli ve mutlu bir durumdayken, kısa süre sonra keyifsiz ve gergin bir ruh hali içine girebilir. Ya da aynı olaya bir gün ara ile çok farklı tepkiler gösterebilir.
3.Aşık Olma: Ergenlikteki cinsel içerikli beğenme ve beğenilme arzusu bireye heyecan veren bir duygudur. Cinsler arasındaki yakınlaşma eğilimi, ergenliğin başlarında daha çok grup içinde bir arada olma isteği taşırken, sonraları karşı cinsden belirli bireylere yönelmiş romantik duygular ortaya çıkar.
4.Mahcubiyet ve Çekingenlik: Buluğ öncesinden başlayan ve buluğda da devam eden çıplak görünmekten utanma ve mahçup olma ergenlerde oldukça yaygın bir durumdur. Organlardaki büyümenin farklı zamanlarda ve hızlarda olmasından dolayı ortaya çıkan orantısız vücut örünümünü saklamak ve kendilerini diğer meraklı gözlerden gizlemek ergen için önemlidir.
5.Aşırı Hayal Kurma: Ergenlikteki biyolojik-cinsel, duygusal ve zihinsel gelişim ergenin aklından geçirdiklerinin yoğunluğunu ve niteliğini de etkiler. Ergenlerin hayalleri arzularının gerçekleşmesine, gelecekle ilgili tasarımlarına ve ençok da karşı cinse yöneliktir. Hayal etme yaratıcı düşünceyi besleyen en önemli itici güçtür. Ergenlikteki yoğunlu nedeni ile “Gündüz Rüyası” olarak adlandırılan hayaller o kadar yoğun olabilir ki ergen sınıfta ders dinlerken, yola yürürken hatta birisiyle konuşurken hayal kurmakta olabilir.
ergenin bunu algılayış biçimine göre değişebilir. Hızlı biyolojik, cinsel ve bedensel gelişimin yol açtığı değişimlere uyum çabası kadar, akranları ve erişkinlerle ilişkilerde yaşanan sorunlarda ergende huzursuzluğa yol açabilir.
7. Yalnız Kalma İsteği: Buluğdaki kız ya da erkek zaman zaman başkalarından uzaklaşmak ve kendi kendine kalmak isteyebilir. Adeta hayatında olagelen değişimlerin bir muhasebesini yapmak, bunları gözden geçirmek ve duygularına alışmak için bir zamn ve mekana ihtiyacı vardır.
8. Çalışmaya Karşı İsteksizlik: Ergenlerin bir miktar durgun ve atıl olduğu adeta hareket etmeye üşendiği zamanlar vardır. Çalışırken ya da oyun oynarken yorulur çalışmaya karşı daha isteksizdir. Vücut enerjisi adeta büyümeye harcanıyor gibidir.
9. Çabuk Heyecanlanma: Ergen yeni bir durumla karşılaştığında heyecanlanıp korkabilir ve duyguların kontrolü henüz gelişmediği için yüzünde kızarma, terleme gibi tepkiler ortaya çıkabilir. Bu durumun kendisi de ergende kaygı ve korkuyu tetikleyebilen bir durumdur, zira ergen başkaları tarafından aciz, güvensiz ve korkak olarak algılanabileceğini düşünür ve böyle bir izlenim bırakmaktan üzüntü duyar.
10.Sevgi İhtiyacı: Ergenlik dönemindeki bireyin duygusal durumunu belirleyen en önemli etken onun başkaları tarafından sevilme ihtiyacı ve başkalarına sevgi gösterebilme kapasitesidir. İlgi ve sevgi görme ihtiyacının karşılanmsı bireyin ruhsal bakımdan sağlıklı olabilmesi için ön koşuldur. Sevgi, şefkat ve ilgi görerek büyüyen çocuklar kendine güvenen, yaşama sevinci yüksek ve daha mutlu bireyler olup, başkalarına da sevgi gösterme ve başkalarından gelen sevgi mesajlarını alma konusunda da daha başarılıdırlar. Aynı şekilde Sevgi ve kabul görerek büyüyen ergenler dış dünyanın zorluklarıyla, dışlanan yeterince sevgi ve onay görmeden büyüyenlere göre daha iyi baş edebilmektedir.
Anne babaların çocuklarına olan sevgilerini açık bir biçimde ifade etmeleri ergenler için çok büyük bir güven kaynağıdır. Sevgiden yoksun büyüyen ergenler dikkatleri üzerine çekip, ilgi merkezi olmak için uyumsuz davranabilir veya isyankar biçimde hareket edebilirler.
11. Korku: Korku tehlikeli bir durum veya nesneden kaçınma çabasıdır. İnsanın hayatını koruması ancak korku duygusuyla bir takım tehlikelerden sakınması ile mümkün olur.
SOSYAL GELİŞİM: Ergenlikte kişi kimlik oluşturur. Kim olduğuna, yaşam felsefesine karar verir. Bazı durumlarda kişi (ergen) toplumun genelinin olumsuz ya da aykırı bulduğu kimlik özelliği seçer. Örneğin; çeteler, uyuşturucu kullanan çeteler, tarikatlar, terör grubu vs… Ergenler yetişkinleri küçümseme, değerleri atma, farklı olma, bunun yanında da ait olma ihtiyaçları içindedir.
BİLİŞSEL GELİŞİM: Soyut düşünme vardır. Soyut kavramlar üzerine soyut düşünür, olasılıklar üzerinde düşünür, hipotez kurar, bunları test eder. Ergenlikte düşünce sistematiktir. Ergenlerin kendi gözlerinde kendileri çok önemli olduğu için başkaları için de önemli olduklarını düşünürler. Görüntü ve davranışlarının sürekli başkaları tarafından izlendiği kanısındadırlar (Hayali seyirci). Kızlarda erkeklere göre daha fazladır.
AHLAK GELİŞİMİ: Kişinin beklentiler doğrultusunda davranması beklenir. Yasalar ve sosyal sistem karşısında iyi olmak vardır. Ergendeki bedensel gelişme temelinin yanı sıra toplumsal ve ekonomik gelişmeler birbirlerini etkileyerek ve tamamlayarak ergenin sosyal olgunluğa erişmesini sağlamaktadır. Gençler hızlı beden gelişmelerine karşı değişik tepkiler gösterir. Bu değişikliklerin bir bölümü sevinç, bir bölümü üzüntü kaynağı olabilir.
İlköğretim ikinci kademe dönemine denk düşen bu dönemde dengeli ve uyumlu ilkokul çocuğu gider; yerine oldukça tedirgin, kuruntulu, güç beğenen, çabuk tepki gösteren bir ergen karşımıza çıkar. Duyguları inişli çıkışlıdır, çabuk üzülür ve birden sinirlenir. Olur olmaz şeyleri sorun yapar, tepkilerini önceden kestirmek mümkün olmamaktadır. Derslere ilgi azalır, çalışma düzeni bozulur. Bencilleşir, istekleri artar, konan yasakları saçma verilen hakları yetersiz bulur. Kendisine müdahale edilmesini istemez.
Ergenlik dönemi hayranlıkların ve tutkuların bol olduğu bir dönemdir. Bir öğretmen, bir sporcu ya da bir film artisti gibi.
Ergenlik dönemini ve onun getirdiği sorunları çocukluktan yetişkinliğe geçen her insan yaşamaktadır.
ERGENLİK SORUNLARI: Temel ergen problemlerinin dörtte birinden fazlası kişiler arası ilişkiler, duygular, olgunlaşma ve ergenlerin aileleri üzerinde odaklaşır. Bu alanlarda kızlar erkeklerden daha problemlidir.
Bu dönem gencin kim olduğunu anlamaya başladığı ve ne olabileceği hakkında fikir edinmeye başladığı bir dönemdir. İşinde başarılı olabilmek amacı ile çalışma disiplini geliştirmeye çalışan genç, yetersizlik duygularını çalışkanlıkla yüceltmeye çalışan çocuğa benzemektedir. Gencin cinsel kimliğini tanımlama çabaları yetişkinlikteki “Mahremiyete karşı izole edilme” korkusuyla baş etmenin temelini oluşturmaktadır. Aynı şekilde gencin toplum içindeki yerini bulma çabaları onu yetişkinlikteki “Durgunluğa karşı üretkenlik” çatışmasına hazırlamaktadır. Son olarak da mevcut ideolojiler arasında kendi değer yargılarını ( dini, siyasi, ahlaki inanç ve değerleri, yaşamın anlamı gibi) oluşturmaya çalışması genci yetişkinlikteki “Ümitsizlik ve Çaresizliğe Karşı Katılım ve Bütünlük ” çatışmasına hazırlamaktadır.
Adolesans, kimi zaman ergenlikle eş anlamda kullanılmakla birlikte aslında, hayatın bu devresinde vücutta oluşan biyolojik değişikliklere eşlik eden ruhsal gelişme ve psikososyal değişiklikleri de kapsayan bir terimdir. Ergenlik dönemi (büluğ çağı) 11-21 yaşları arasında dalgalanmaların yoğun görüldüğü zor bir dönemdir. Bu dönem “fırtına-gerginlik” dönemi olarak da bilinir. Ergenlik dönemi hem ergen için ve hem de ergenin ailesi için zor dönemdir. Aile ergeni anlamakta güçlük çekerken, ergen anlaşılma duygusunu tam olarak yaşayamadığını düşünür. Ebeveyn bu dönem, çocuğunu ne kadar tanır ve bu dönem özelliklerine vâkıf olabilirse ebeveyn-ergen çatışmaları o denli az olur. Ergen bedensel, cinsel, sosyal ve duygusal anlamda farklı bir döneme girmiştir. Bu gelişim sahalarında yaşadığı süreçler sebebiyle ergen kendisini farklı hisseder ve çoğu zaman kendisini tanımlamakta güçlük çeker. Ergenlik Dönemiyle İlgili Sorunlar :
1.Ergenlik dönemi ruhsal sıkıntıları:
Ruhsal hastalık, insanın duygu, düşünce ve davranışlarında olağan dışı sapmaların ayrılıkların bulunmasıdır., diye tanımlanabilir. Ruhsal hastalık belirtileri rahatsız edici, acı verici, kişiyi ve çevresini mutsuz eden türden belirtilerdir. Kişinin uyumunu bozar, ilişkilerini sarsar, ve çalışmasını etkiler. Kimi ruhsal hastalık daha çok kişinin kendisine acı verir. Örneğin kuruntuları, korkuları, kaygıları ve üzüntüleri olan kişi, kendi içinde tedirgindir, mutsuzdur, ancak bu belirtiler toplumsal ilişkisini, çalışmasını önemli ölçüde aksatmaz. Nevrozla bu türden ruhsal hastalıklardır. Nevrotik kişi, daha çok kendi içinde uyumsuz olan, iç dengesi bozulmuş olan kişidir. Nevrotik kişi, kendisini çevreye uydurmaya, bu amaçla kendisini değiştirmeye uğraşan kişidir. Gerçeklerle ilişkisi kopmamıştır; bir bakıma gerçeklerin üstesinden gelmeye, altında ezilmemeye çabalar. Bun karşılık kişilik bozukluklarında, çatışma daha çok çevreyledir. Kişilik bozukluğu gösteren kişi, kendi iç dengesini koruyabilmek için çevresini değiştirmeye, çevreyi kendine uydurmaya çalışır. Örneğin anti sosyal bir kişi, davranışlarıyla çevreyi tedirgin ve mutsuz ederken kendisi bundan yararlanır, doyum sağlar. Ruhsal hastalıkların çok çeşitli nedenleri vardır. Örneğin; psikozlar ateşli hastalıklara, beyindeki bozukluklara, hormon dengesizliklerine, alkol ve uyuşturucu ilaçlara, enfeksiyonlara bağlı olarak ortaya çıkabilirler. Psikozlarda kalıtımsal ve yapısal etkenler de rol oynarlar. Mide ülseri, astım gibi psikosomatik hastalıklarda ise, hem bedensel yatkınlık hem de ruhsal etkenler bir arada bulunurlar. Nevrozlarda da yatkınlık söz konusu edinmekteyse de, başlıca etkenlerin ruhsal olduğu görüşünde birleşilmektedir. Kişinin yaşantıları, aile içindeki eğitimi, geçirdiği ruhsal örselenmeler, belli başlı belirleyicidirler. Ruhsal hastalıkların tanısı, hastayla yapılan görüşmeler, gözlemler, aileden alınan bilgiler ve gerektiğinde uygulanan psikolojik testler yardımıyla konur. Kişideki ruhsal belirtilerin yoğunluğu, süresi ve hangi koşullarda çıktığı göz önünde tutularak hastalığın ya da uyumsuzluğun derecesi belirlenebilir. Hiç kimse kendi kendine gerçekçi bir tanı koyamaz. Kendi sorunlarımızı ya abartma ya da yok sayma eğilimine göre değerlendirdiğimiz için varacağımız sonuç, yanıltıcı olur. Bununla birlikte kendi kendimize içten yanıtlar verebilirsek, ruh sağlığımız konusunda doğruya yakın bir sonuca varabiliriz.
2. Ergenlik Dönemi Depresyonları :
Depresyon, genlik çağında gençlik çağında tüm belirtileriyle çok seyrek olarak görülür. Ergenlik çağından önce süperegonun gelişmemiş olması, çocuğun kendini gözleme ve eleştirme yetisinin zayıflığı, dışa dönüklüğü, dürtülerin dizginleşmemiş oluşu nedeniyle durgunluk, çökkünlük, umutsuzluk, kendini suçlama gibi temel depresyon belirtileri apaçık ortaya çıkmazlar; çıksa da sürekli olmazlar. Başka bir deyişle, üstbenlik, benliği ve dürtüleri tama egemenliği altına alamaz. Genç, depresyona karşı kendini savunmaya girişir. Ortaya üstü örtülü,dolaylı ya da depresyon eşdeğerleri denen belirtiler çıkar. Altta yatan depresyon göstergesi olabilecek belirtiler şunlardır: Genç can sıkıntısı çeker ve tedirgindir; hiç bir işle uzun süre ilgilenemez, bir uğraştan diğerine yönelir. Ancak sonun getiremez. İstekle başladığı bir işten çabuk bıkar; coşku ile bezginlik arsında gider gelir. Dikkatini yoğunlaştırmakta güçlük çeker; okuduğunu anlamaz "okuduklarım kafama girmiyor" der, unutkanlıktan, dalgınlıktan yakınır. Ders dinleyemez ve başarısı düşer. Bedeniyle uğraşır, yorgunluktan, başa ağrısından, mide bulantısından, karın ağrısından, uykusuzluktan yakınır.
İlk gençlikte görülen davranış bozukluklarının bir çoğunun alta yatan bir değersizlik, benlik saygısında azalma ve yalnızlık duygularına bir tepki olarak, geliştikleri sıklıkla belirtilmektedir. Baş kaldırma ve saldırgan davranışlar, içteki bir güçlük duygusunu örtme çabaları olarak nitelendirilmişlerdir. Genç, kendinin güçsüz olmadığını kanıtlamaya uğraşmakta, depresyonla savaşmaktadır. Yalnızlık duygusundan kurtulmak için insanlardan kaçmak yerine onlara sokulmayı deneyebilir. Aile ilişkileri çok bozuk olan, evde istenmediğini, sevilmediğini duyumsayan bir genç, kişisel yakınlığı ev dışında arayabilir. Bu durumda eğer genç, bir kızsa beğenildiğini, aranıldığını görerek, ilişkilerini çok ileri götürebilir, sevgi açlığını irine sığınarak gidermeye çalışır. Cinsel yaklaşmayı sevgiyle karıştırır, ancak aradığını bulamayınca, ya da cinsel isteklerin doyurulmasıyla sevginin sona erdiğini görünce ve yüzüstü bırakılınca daha büyük bir çöküntüye uğrar; canına kıymaya kalkışabilir. Ailede boşanma, ayrılık, ölüm gibi benlik saygısını azaltan durumlarda pek çok gencin ilk tepkisi davranış bozukluğu biçiminde olmaktadır. Gencin, birden umursamaz bir tutum takındığı, derslerine boş verdiği, okuldan kaçmaya, öğretmenlere karşı gelmeye başladığı, haylaz arkadaşlara kapıldığı gözlenir. Açıkça ayar tutamayan depresyon belirtisi göstermeyen genç, dolaylı olarak depresyonunu aşmaya çabalar. Kolay arkadaş edinemeyen kimi genç de ilişki alanını daha daraltıp, yanlış uğraşlara yönelebilir. Hayvan besleyerek tüm gününü onların bakımına ayırarak, onlarla konuşup severek, depresyona karşı kendini savunmaya çalışabilir.
3.Sigara ve Alkol Kullanımı: Sigara ve alkol kullanımının başlaması genellikle ergenlik döneminde olur. Yapılan bir araştırmada göstermiştir ki;
• Anne ya da baba sigara veya alkol kullanıyorsa,
• Arkadaş grubunda sigara ve alkol kullanan varsa,
• Öğretmenlerinin sigara veya alkol kullandığını okulda veya dışarıda görüyorsa, gencin kullanmaya başlama riski de artmaktadır. Bu konuda öncelikle yetişkinlerin olumlu model olmasıgerekir.
4.Ergenlerde İntihar Riski: Kendi canına kıyma, gençlik çağında, trafik kazalarından sonra gelen en önemli ölüm nedenidir. Çocukluk çağında oldukça seyrek olan özkıyım girişimleri, ergenlik çağında başlayarak hızlı bir artış gösterir. Örneğin; ABD'de her yıl 15-20 yaşları arasında 4 bin gencin kendi canına kıydığı saptanmıştır. Bu sayı tüm nüfus içinde görülen intiharların %12'sini oluşturmaktadır. Özkıyım girişimleri ise, ölümle bitenlerin en az 10 katı olduğu kestirilmektedir. Erkekler arasında ölümle sonuçlanan intiharlar, kızlara göre 3 kat daha yüksektir. 15-19 yaşları arsında çok yüksek oranlara varan araba kazalarının bir çoğunun da gizli özkıyım girişimleri olduğu söylenebilir. Ayrıca gençler arasında özkıyım girişimlerinin eskiye göre hızlı bir artış gösterdiği gözlenmektedir. Ortalama özkıyım yaşı da gittikçe düşmektedir. En çok başvurulan canına kıyma yöntemi uyku ilaçları, yatıştırıcılar ve başka ilaçlar içmedir. Kendini asma, yüksekten atlama, ateşli silahla daha seyrek ve daha ciddi özkıyım girişimlerinde kullanılan yöntemlerdir. Özkıyım girişim, .çaresiz kalan kişinin sorunlarından umutsuz bir kaçış olarak yorumlanabilir. Bu sorunlar kendinden e çevreden kaynaklanabilir. Sonuçta kişi, hiçbir çıkış yolu olmadığını, olaylar karşısında eli kolu bağlı kaldığını anlamakta, umutsuzluk, karamsarlık içine düşmekte gidişi değiştirecek güçten yoksun kaldığını görmektedir. Kendini ezilmiş, köşeye sıkıştırılmış hissetmekte, duyduğu öfkeyi dışa boşaltamadığı için kendine yöneltmektedir. Özkıyıma kalkışması hem kendini cezalandırma, hem de bu duruma düşmesine neden olanlardan Bir öç alma davranışıdır. Öz kıyım girişimi bir anda oluveren bir davranıştır. Ama hazırlığı uzun sürer. Gencin, çocukluğundan gelen sorunların ergenlik çağında ortaya çıkan yeni çatışmalara ve durumlar eklenir. Gencin çevresiyle ilişkileri bozulur, yalnızlaşır, desteksiz kalır. Genellikle son bir olay, bir çatışma, bir darbe, örseleyici bir yaşantı, gencin savunmalarını yıkarak öz kıyımın tetiğini çeker. Erken yaşlarda çekilen yoksunluklar, ana-babasızlık durumları, depresyon durumları vb durumlar intihara götüren önemli etkenlerdir. Ayrıca kimin hangi koşullarda intihar girişimi yapacağını kestirmek zordur. Hangi yaşantı ve durumun, gencin dayanma gücünü aşıp onu intiharın eşiğine getireceği önceden bilinemez. Sürüp giden depresyona karşı gencin kullanabileceği savunmalar pek çoktur. Bu nedenle depresyon maskeli bir biçimde bir süre kendini gizleyebilir. Belli bir örseleyici olaydan sonra savunmalar yetersiz kalınca genç, intiharı son çözüm olarak deneyebilir. Genç intiharına yol açan başlıca nedenler:
•Uzun süreli aile problemleri
•Ailede ilişki yokluğu
•Tırmanmakta olan aile içi sorunlar
•Sosyal ilişkilerde kopukluk ya da bozukluk
•Duyguların zayıf kontrolü
• Cinsel uyum zorlukları
•Sorunları çözmede başarısız çabalar
•Ailede veya gencin kendisinde depresyon veya diğer ruhsal bozukluklar
5.Ergen ne hisseder, nasıl davranmak ister?
1- Ergenin genel olarak duygularında istikrarsızlık olduğu görülür. Bir gün önce çok mutlu ve enerjik olan ergen ertesi gün kabuğuna çekilmiş ve bitkin olabilir. Duygular anlık olarak bile değişkenlik arz edebilir. Bu nedenle ebeveynin bunu kabul etmesi ve her defasında “Daha dün iyiydin, şimdi ne oldu?”türündesorgulamalaravebaskıcıyaklaşımlaragirmemesigerekir.2Budönemdeergenduygularını çokdoluvecoşkuluyaşar.Gereksestonuvevurgulamalarıvegereksemimikleriöncekidönemegöreduygularınıdahafazlaifadeediyorniteliktedir.
3- Diğer dönemlere göre daha yoğun hayal kurar ve gerçekten zaman zaman uzaklaşır. Bu hayaller gelecek planlarını kapsayabileceği gibi genellikle karşı cinsle ilgili hayaller olabilmektedir. 4- Ergen zaman zaman yalnız kalma isteği içinde olabilir. Odasına çekilen ve yalnız kalmak istediğini söyleyen bir ergenin ciddi bir sorunu olduğu düşünülüp kaygılanılmamalıdır. Ergen kendisi ile baş başakalıpyaşadıklarınınmuhasebesiniyapmaihtiyacıhissedebilir.
5-Ergen kendini yorgun hissedebilir, buna bağlı olarak çalışmaya karşı isteksizdir. Vücut enerjisiâdetabüyümeyeharcanıyorgibidir.6-Ergenyaşadığıbedenseldeğişimlerebağlıolarakçekinebilir ve kendini saklama ve bu değişimlerdençevreyihaberdaretmemeisteğiiçindeolabilir. 7- Yeni şeyler denememerakıartmıştır.8-Bu dönemde arkadaş çok önemli bir noktadadır. Bu nedenle arkadaş seçimi konusunda ergenin dikkatliolmasıveaileninhassasdavranmasıgerekir.9-Bu dönemde ergenin fark edilme ve takdir edilme ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacını aile içinde gideremeyen ergen, farklı arkadaşgruplarındabuihtiyacınıgiderebilir.8.Gençlik Çağı Psikozları: Gençlik çağında başlayan psikotik tepkiler, tanı bakımından şaşırtıcı özellikler gösterir. Bu bakımdan kesin tanı ancak iyi bir izleme sonucu konabilir. Örneğin, başlangıçta şizofreni ön tanısı alan 50 genç kızdan izleme sonucu ancak 18'ine kesin şizofreni tanısı konmuştur. Geri kalanların 12'si intihar girişimi ve depresyon tanısı, 10'u davranış bozukluğu, 4'ü evden kaçma, 6'sı da anti–sosyal kişilik olarak belirlenmiştir .Birçok başka araştırmada kişilik değişikliklerinin ve ağır davranış sapmalarının şizofrenin başlangıç belirtileri olabildiğini vurgulamaktadır. Şizofreni ile ilgili olmayan gençlik tepkileri, şizofreniyle karışacak özellikler gösterebilirler. Bu nedenle kesin tanı koymadan beklemek, belirlilerin gidişini izlemekgerekmektedir.Şizofreni geliştiren 44 genç, yetişkinin lise çağındaki uyumları okul kayıtlarına göre incelendiğinde, ortaya ilginç bulgular çıkmaktadır: Bu hastaların lise çağında spor yapmadıkları, grup çalışmalarına katılmadıkları, kızlarla ilgilenmedikleri saptanmıştır. Okulda sorun çıkmayan ama pek aranmayan, sevilmeyen, önderlik nitelikleri olmayan, içine kapanık, kaygılı, bağımlı gençlerdir. Başka bir deyişle,şizoid kişilik özellikleri taşımaktadırlar.Bu araştırmalardan şu sonuç çıkmaktadır: Şizofreniyi önceden kestirmemize yarayacak kesin ön belirtiler ve kişilik özellikleri yoktur. İki aşırı uçta yer alan şizoid kişilik yapısında olanlarla, çocukluklarında davranış bozukluğu gösteren gençler kümesinden şizofreni çıkma olasılığı daha güçlüdür. Ancak belirtelim ki, her şizoid kişilik zorunlu olarak şizofreni ile son bulmadığı gibi, her davranış bozukluğu da şizofrenin önbelirtisisayılmaz."Annesi de erken konuşmuştu.", "Babası da geç yürümüştü." gibi sözleri sıklıkla duyarız.İştebusöylenenlerkalıtımabağlıetkilerin,günlükdileyansımasıdır.Belirli bir davranışın ne zaman ortaya çıkacağı, özel ve bozucu bir neden olmadığı durumda, kalıtsal olarak belirlenmiştir. Diğer bir deyişle; çeşitli davranışların ortaya çıkacağı yaşlar vardır. Bunların ortaya çıkması için ek birçabayayadaözelbireğitimegerekyoktur.Ergenlik dönemindeki gençlerin gelişiminde bireysel farklılıklar görülebilir. Bazen bir gencin bedensel gelişimi, zihinsel ve ruhsal gelişiminden geride olabilir. Bu durum, aile içi ya da arkadaş çevresinde, gençe küçük bir çocuk gibi davranılmasına nedenolabilir.Gençdekendisini,yaşıtlarınınarasındadışlanmışhissedebilir.Bedensel olarak erken gelişen gençlerden de çok şey beklenir. Örneğin, henüz hazır olmadan, "Koca adam oldun." ya da "Koca kızsın." sözünü sıklıkla işitebilirler. Henüz yeterince olgunlaşmadıkları için yetişkinlerin beklentilerineyanıtveremezler;çünküiçlerihenüzçocuktur.Bazen beden gelişimi ile gencin hareket yeteneğindeki olgunlaşma eş zamanlı olmayabilir. Uzun boyu nedeniyle basketbol oynayan bir gencin hareketlerinde beceri eksikliği ve sakarlıklar görülebilir. Zihinsel yetenekleri ile sınıfın en başarılı öğrencilerinden olan bir öğrenci, ruhsal olgunlaşması açısından ve davranışları yönünden hâlâçocuklukgünlerindeolabilir.Büyüme ve gelişmedeki farlılıklar her çocuğu ve genci "biricik", diğerbirdeyişle"kendineözgü"kılar.Erken ya da geç büyüme, az ya da çok gelişkin olma, gençleri iyi yadakötüyapmaz;yalnızcafarklıkılar.Bufarklılıkdahemdoğalhemgüzeldir.Sevgiliöğrenciler,gelişmeniz arkadaşlarınıza göre gecikmiş olabilir. Bu bir eksiklik değildir ve sizde güvensizliğe neden olmamalıdır.Gençler, uzun boylu olmak, bir an önce büyümek isterler. Ancak uzun boylu ya da gelişkinbirgençolmakkendimizikabulettirmenintekkoşuludeğildir.Sağlıklı bir kişilik gelişimi, olumlu olduğu kadar olumsuz yönlerinizi de bilerek, bunlarla baş etmeye çalışmanızla başlayacaktır. Ergenlik döneminde, gelişmeniz açısından arkadaşlarınızla aranızda farklılıklar olması sizleri kaygılandırabilir. Ancak aileniz ve çevrenizdeki büyüklere sorarsanız görürsünüz ki, yakın akrabalarınız da benzer bir gelişim süreci geçirmiş ve onların da ergenlik özelliklerinin başlaması çevrelerindenfarklıyaşlardaolmuştur.Büyüme ve gelişmenin çok hızlı olduğu ergenlik döneminde beslenmeye elden geldiğince dikkat etmek, spor yapmak ve gerektiği kadar da dinlenmek, değişimi vegelişimiolumluyöndeetkileyecekvekolaylaştıracaktır.Ergenlerolarakyaşadığınızyada yaşayacağınız değişimlersizierişkinliğehazırlayanhoşgelişmelerdirveherkesçeyaşanır.Ergenlik döneminin ilk yıllarında bedeninizdeki hızlı gelişmelere ayak uydurmanız zaman alabilir. Kendinizde ve arkadaşlarınızda gördüğünüz değişiklikleri merak ederseniz. Bedeninizdeki gelişme ve değişmeyi daha iyi anlayabilmek ve özümseyebilmek için de fırsat bulduğunuz her an aynanın karşısına geçmenizdoğaldır.9.Ergenlikdönemindeaileiçiilişkiler:Ergenler, bağımsızlık istekleri doğrultusunda anne, baba ve ailedeki diğer büyükleriyle bazı tartışmalar yaşayabilir. Bu çatışmalar genellikle gündelik konulardadır; kiminle arkadaşlık edileceği, zamanın nasıl geçirileceği, ne yeneceği, ders çalışmanınnasılolacağıgibi.Sorunlar karşılıklı birbirini dinlemeyle, kızgınlığa ve kırgınlığa düşmeden, hoşgörü ve yapıcı tartışmayla çözülebilir.
Bazı durumlarda anne, baba ya da büyüklerinizle aranızda ciddi gerginliklerin oluşması da söz konusu olabilir. Çözüm için destek gereksinimi duyulan bu gibi durumlarda, sorunlar büyümeden ve bireyler örselenmeden, çocuk ve ergen ruh sağlığı alanında çalışanlardan yardım istemek gerekir.
10.Ergenlik döneminde arkadaşlarla ilişkiler:
Bu yaşlarda çocukluk yıllarına göre arkadaşlarla ilişkilerin niteliğinde de önemli değişimler yaşanır. Türü ve biçimi değişse de oyunların arkadaşlarla ilişkilerde hâlâ çok önemli yeri vardır. Ancak eskiden daha çok oyun ağırlıklı olan ilişkilerde artık uzun söyleşilerin ve birlikte olmanın verdiği keyif de ortaya çıkar.
Bu yaşlarda giyim şekli, saç biçimi gibi konularda arkadaşlar gittikçe daha fazla belirleyici olur. Sizler de arkadaşlarınız gibi görünmek ve davranmak isteyebilirsiniz. Bu yaşlarda arkadaşlarınızla ilişkiler konusunda da değişimler yaşayabilirsiniz. Ortak değişim ve sorunlar yaşadığınız, sizinle aynı cinsiyetteki kişilerle daha yakın ilişki içine girersiniz. Bu dönemin özellikle ilk yıllarında kız çocuklar kız arkadaşlarıyla, erkek çocuklar ise erkek arkadaşlarıyla daha yakın olurlar.
Kızlar az sayıda kişiyle yakın arkadaşlık kurar, her etkinliği aynı arkadaşlarla paylaşmaktan zevk alır. Erkeklerin daha çok sayıda arkadaşı olur ve değişik etkinlikleri farklı arkadaşlarla yapmaktan zevk alabilirler. Örneğin; top oynamak için ayrı ya da ders çalışmak için ayrı grupları seçebilirler.
Ergenlik döneminde karşı cinsiyet (kızlar için erkekler, erkekler için kızlar), biraz uzaklaşılan ancak bir ölçüde de çekici bulunan ve merak edilen bir özellik kazanır. Genel olarak karşı cinsiyetle iyi dostlukların, arkadaşlıkların gelişmesi biraz daha ileri yaşlara (16-17) kayar. Ancak gelişimsel özelliklerde olduğu gibi, arkadaşlıklarda da önemli bireysel farklar olabilir.
Bu yaşlarda kızlarla erkeklerin arkadaşlık etmesi; yaşama hazırlanmaları, kendilerini daha iyi tanımaları, olayları olumlu algılamaları için çok yararlıdır. Cinsiyet farkı gözetmeksizin kuracağınız arkadaşlıklar sanatı, sporu ya da günlük etkinliklerinizi daha anlamlı kılacaktır.
Bazı kişiler kızlarla erkeklerin ancak flört ilişkisi içinde birlikte olabileceklerini düşünmektedir. Bu tür bir yaklaşım, kızlarla erkekler arasında sağlıklı dostlukların ve dayanışmanın oluşmasını engelleyebilir. Değişik bakış açılarının paylaşımı sizleri çok daha zenginleştirecek ve sosyalleştirecektir.
Sanatsal etkinlikler, çevrenizle ilişkilerinizde size çok yardımcı olacaktır. Sanat aracılığı ile diğer kişilerin duygu ve düşüncelerini paylaşabilme olanağınız artar. Sinema, tiyatro ve müzik gibi sanatsal katılımlar, gelişiminizi sağlam temele oturtmak için çok uygundur.