PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK, PSİKİYATRİ VE PSİKOTERAPİ

 Kartaltepe Mah.
     İncirli Cad. Faik Köksal Sok.
     Manolya Apt. No:4 Daire:5
     Bakırköy/İstanbul
     Tel:0212 543 01 33

KURUMSAL

MERHABALAR,
Bona Dea Psikolojik Danışmanlık, Psikiyatri ve Psikoterapi Merkezi’ne Hoşgeldiniz,
Merkezimizin temellerini 2001 yılında konsültan hekim olarak bana eşlik eden, özellikle de kendi alanında çok değerli katkılar sunan meslektaşım Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Behiye Alyanak’la birlikte oluşturduk. Buradan itibaren …. İsim anneliğini sevgili Behiye’nin yaptığı ilk merkezimizin ismi olan “Ortam Ruh Sağlığı” nda düşünce birliğine varırken amacımız çocukların, ana babaların, gençlerin, erişkin danışanlarımızın ve çiftlerin duygu ve düşüncelerini rahatça ifade edebilecekleri sağlıklı bir ortam oluşturmaktı. Bir diğer hayalimiz de bu ortamı kendi alanlarında yetkinleşmiş ve danışanlarıyla çalışmak için güvenli bir ortama ihtiyaç duyan ve ruh sağlığı alanında emek veren erişkin psikiyatrisi uzmanı, çocuk ve ergen psikiyatrisi uzmanı, bireysel, çift, aile ve EMDR terapisti, psikolog, uzman psikolog, rehber ve danışman, çocuk gelişimi ve sosyal hizmet uzmanı meslektaşlarımızla paylaşmaktı.
Nitekim 2004-2009 yılları arasında sevgili arkadaşım ve muayenehane ortağım Erişkin Psikiyatristi Ceyda Güvenç ve aile terapisti Nalan İster başta olmak üzere bir çok meslektaşımızla Ortam çatısı altında, birlikte yan yana emek vermeyi sürdürdük. 2010 yılında ekibimize katılan Uzman Psikolog Kerem Gencebay, Uzman Psikolog Talia Keklik, 2013’de kendi muayenehanesine uğurladığımız Ceyda’nın ardından ekibimizde kısmi zamanlı olarak yer alan sevgili meslektaşlarım Erişkin Psikiyatrisi Uzmanları Sema Bayçin Aytaçlar ve Pınar Kandemir, yine kendi ofislerine uğurladığımız sevgili Uzman Psikolog ve Aile Terapisti Meryem Gül Eren, Uzman Psikolog Günnur Erol ve Uzman Psikolog ve Tıp Doktoru Perge Akgün ile çalıştık.
Son olarak 2016 Haziran’ında Bakırköy Faik Köksal Sokak Manolya Apartmanındaki yeni ofisimizde değerli deneyimleriyle aramıza katılan Rehberlik ve Danışmanlık Uzmanı, Aile ve İleri Düzey EMDR Terapisti Sonay Tuğrul ve genç, hepsi birbirinden akıllı, çalışkan ve pozitif enerjileriyle bizi de gençleştiren sevgili Uzman Psikologlar Şeyla İbrahimoğlu ve Ahmet Karabudak, Psikolog Cem Berber, Büşra Aras, Nisan Kaya, Sosyal Hizmet Uzmanımız Ahmet Dincel ve yine sevgili Yönetici Asistanımız Birgül Özcan’la birlikte isim hakkı yasası nedeniyle değişime gitmek zorunda kaldığımız; isim babalığını, sevgili Koray Akarsu’nun yaptığı, Roma mitolojisinde doğurganlık, ruhsal bekaret, iyileştirici ve kadınların koruyucu tanrıçası anlamına gelen ve hepimizin çok anlamlı bulduğumuz, ısındığımız ve benimsediğimiz çocuklarımıza ve kadınlarımıza olduğu kadar omuzlarında çok ağır yükler taşıdıklarını bildiğimiz erkeklerimize de “Bona Dea Psikolojik Danışmanlık, Psikiyatri ve Psikoterapi Merkezi” adı altında yardımcı olmaya çalışıyor, sevgiyle çalışmalarımıza devam ediyoruz…
Jungien analist Clarissa Este’nin vurguladığı gibi varoluşun doğum, yaşam, ölüm; ve yeniden doğum, yeniden yaşam ve yeniden ölüm… şeklinde devam eden döngüsünün, doğumla ölümün iç içe geçmişliğinin ayrımına vardığımızda salt yeni bir insan yavrusunu dünyaya getirerek değil bazen hasta bir kedi yavrusunun iyileşmesine yardımcı olarak, bazen yanıp kül olmuş bir orman arazisine yeniden ağaç fidanları dikerek, bazen anne babasını yitiren bir çocuğun hayata yeniden tutunmasına destek olarak yaşamı her anlamda yeniden yeniden üretmenin ne denli anlamlı, değerli ve önemli olduğuna inanıyoruz. Elbette elimizden geldiğince, aklımızın erdiği, ruhumuzun yettiği, yüreğimizin elverdiğince…
Burada 25 yıllık meslek hayatımın herhangi bir döneminde yollarımızın kesiştiği, birlikte çalıştığımız, terapi süreçleri hiç başlayamayan, çeşitli nedenlerle kesintiye uğramış ya da tamamlanmış; yol alabildiğimiz ya da alamadığımız ama hepsine iyi bir yol arkadaşı olmaya çalıştığım, karşılıklı olarak elimizden geldiğince, içinde bulunduğumuz şartlar elverdiğince gayret gösterdiğimize, her birinden ayrı ayrı çok değerli şeyler öğrendiğime inandığım ancak bir nedenle yollarımızın ayrı düştüğü bütün danışanlarıma bu site vesilesiyle hem teşekkürlerimi hem de sevgi, saygı ve selamlarımı iletmek, kapımızın hepsine her zaman açık olduğunu hatırlatmak istiyorum.
Çok önemli gördüğüm ve vurgulamak istediğim bir diğer nokta insan ilişkilerinde birbirimize olan olumlu duygularımızı sevgimizi, sempatimizi, beğenimizi çok daha kolay dile getirdiğimiz (hoş bu durum da bazılarımız için hiç kolay değil), ancak kızgınlıklarımızı, güvensizliklerimizi, hayal kırıklığı ve incinmelerimizi, eleştirilerimizi dile getirmekte çok daha zorluk yaşadığımız (gerçi bazılarımız da bu konuda çok daha cesaretli ve güçlü) … Ben hem kendi adıma hem de bu muayenehanenin sorumlu hekimi olarak beraber çalıştığım arkadaşlarım adına bizlere karşı hissedebileceğiniz kızgınlık, hayal kırıklığı, güvensizlik ve eleştirilerinizi özgürce dile getirmenizi diliyorum.
Burada bu sitenin hazırlanmasına emeği geçen, ihtiyaç duyduğumuz her zaman yanımızda olan, bir dönem yönetici asistanlığımızı da yapan, danışanlarımıza önerdiğimiz tiyatro oyun metinleri ve sinema filmlerinin listesini oluşturmakta bize yardımcı olan tiyatro oyuncusu sevgili Emel Sayım’a, web sitemizi hazırlayan Web Geliştiricisi Sn.Banu Yıldırım’a, logomuzu tasarlayan Zeynep Çor’a teşekkürlerimi dile getirmek istiyorum.
Dr.Tuba Olgun

Merkezimize başvuran danışanlarımızın hangi cinsiyete, etnik kökene, dini inanca ve politik düşünceye sahip olursa olsun, hangi sosyoekonomik kesimden gelirse gelsin içten bir merak ve saygıyla karşılanması yaklaşımımızın temelini oluşturmaktadır.
İnsanın biyolojik, psikolojik ve sosyal açıdan bir bütün olduğu, bu boyutların birbiriyle karmaşık bir etkileşimde bulunduğu gerçeğinden yola çıkarak;

  • Danışanlarımızın yakınmalarına yol açan yakınmalarının öğrenilmesinin,
  • Bu yakınmalarının gelişim öyküsünün alınarak yeterli bir psikiyatrik muayeneyi içeren tıbbi değerlendirme yapılmasının,
  • Öz geçmiş ve soy geçmişteki özelliklerin öğrenilmesinin,
  • İhtiyaç duyulduğunda gerekli tıbbi tetkik ve incelemelerin yapılarak güven duyduğumuz uzman hekimlerle konsülte edilmesinin önemli bir fiziksel hastalığın atlanmaması açısından hayati bir önem taşıdığını düşünüyoruz.

Merkezimizde yapılan ilk incelemeler ışığında ruhsal boyutun öne çıktığı durumlarda danışanımızın doğum ve gelişim öyküsü alınarak ve kişilik özellikleri (gerek görüldüğünde psikolojik testlerin yardımıyla) tanınmaya çalışılarak daha ileri bir ruhsal değerlendirme yapılır.
Bütün bu değerlendirmelerin sonuçlarının danışanlarımızla anlayabilecekleri şekilde paylaşılması ve farklı tedavi seçeneklerine ilişkin bilgilendirilmesi bir diğer hassasiyetimiz… Bona Dea Psikiyatri ve Psikoterapi’de seans süresi yapılan çalışmanın ve danışanlarımızın sorunlarının doğasına göre 30 dakika ile 3 saat arasında değişmekte olup bireysel terapi görüşmeleri 50 dakikadır.
Seans ücreti belirlenirken çok temel bir terapi ilkesi gözetilmektedir; danışanın bütçesinde anlamlı bir yer tutacak, ancak genel bütçe dengelerini bozmayacak şekilde belirli alt ve üst limitler içinde ücretin danışanımızla birlikte belirlenmesi…
Terapi süreci biz bu ruh sağlığı çalışanlarının kendi eğitim süreçlerimizden edindiğimiz bilginin, mesleki deneyimlerimizin ve kendi yaşantı ve duygusal süreçlerimizin tümünün çeşitli düzeylerde etkin olduğu bir süreçtir. Bu bağlamda kendi öncelikle kendi ruhsal dinamiklerimizi tanımak, kendi sorunlarımızın farkında olmak, sınırlarımızı ve sorumluluklarımızı bilmek ve danışanımızla çalışırken bütün bu dinamikleri danışanımızın yararı doğrultusunda harekete geçirebilmek en yoğun hassasiyetlerimizden…
Ve nihayet gerek hekimlik, gerekse psikolojik danışmanlık etiğinin gerektirdiği şekilde her şeyden önce danışanımıza zarar vermemek, mahremiyetine saygı duymak ve her zaman yenilikçi, bilimsel yaklaşımları benimsemek…
Bona Dea Ekibi

PSİKOTERAPİ NEDİR?
Psikoterapi, terim olarak iki farklı kelime olan psiko ve terapi formlarından oluşmaktadır. Psiko Yunanca psukhē "ruh, zihin" kelimesinden, terapi ise Yunanca therapeia "iyileştirme" kelimesinden türemiştir. Terim bireylerin duygusal ve davranışsal sorunlarını çözmeyi, ruh sağlıklarını geliştirmeyi ve korumayı amaçlayan tekniklerin genel ismi anlamında kullanılmaktadır. Olgun ve uygun bir ruhsal denge sağlama amacıyla, zihinsel ve duygusal boyutlarda bozukluları olan hastalarla düşünce ve duygu alışverişi temel alınarak yürütülen bir tedavi bilimidir.
Ülkemizde Psikiyatri Uzmanları, Klinik Psikologlar, Psikolojik Danışmanlar ve Sosyal Hizmet Uzmanları psikoterapi yapmaktadırlar. Kısaca; duygusal çatışmaları çözümleyen, bu çatışmalardan doğan kaygı ve gerginlikleri, çökkünlükleri azaltan, ruhsal uyum düzeyini artıran, kişilerarası ilişkileri daha olgunlaştıran tüm teknik ve yöntemlere psikoterapi denmektedir.
Psikoterapi her zaman tek bir bireyi konu almaz. Bazen incelenen bir ailedeki tüm bireylerin etkileşimsel meseleleri iken bazen incelenen bir çiftin birbirleri ile olan ilişkilerindeki sorunların ruh sağlığı temelindeki kökleridir. Ruh sağlığına dair sorunların genellikle psikolojik, sosyolojik veya somatik olmak üzere üç temel boyutu mevcuttur.
PSİKOTERAPİ YÖNELİMLERİ
DAVRANIŞÇI PSİKOTERAPİ

Bireyi gözleme dayandırılmış bir şekilde inceleyen bu tekniğin temeli; insan davranışlarıdır. Davranışlar, insanın öğrenme, modelleme ve taklit ile elde ettiği, tekrarlarının sıklığı sonucunda otomatikleşen özelliklerdir. Toplumda normal şekilde varlığımızı sürdürmemizi sağlayan davranışlar, toplumla uyum içinde var olmamıza olanak verir. Bazı davranışlar, rahatsızlık verici ve huzursuz edicidir. Bunlar kişinin bireysel mutluluğunu engelleyen, ailesi ile olan ilişkilerinde ciddi sıkıntılara neden olan ve toplum içinde varoluşunu gerçekleştirmesini engelleyen şekillerde ortaya çıkabilirler. Bu noktada bir rahatsızlıktan, bozukluktan veya hastalıktan söz edilebilir. Bu tür terapilerde bireyin mutluluğunu engelleyen veya toplum içinde sıkıntı yaşamasına neden olan davranışlar terapinin konusu haline gelir. Kişiye rahatsızlık veren davranışların nasıl tedavi edileceğine dair davranışçı bir takım tedavi teknikleri geliştirilmiştir. Davranışçı tedavi teknikleri, temelde bireyin yanlış ve hatalı davranışlarını düzeltmeyi amaçlar. Bunun için de öncelikle bir davranışın nasıl oluştuğunu açıklamak durumundadır.
Davranışçı teoriye göre, bir davranış aile içinde modellenerek ya da toplumda sosyal bir öğrenme şeklinde kazanılır. Birçok davranış, deneme-yanılma yoluyla elde edilir. Diğerleri ise diğer bireyleri gözlemleyerek edinilmiş davranış kalıplarıdır. Davranış oluşumu, dışarıdan bakıldığında basit gözükebilir. Davranışların içeriğine odaklı olarak bakıldığında ise oluşum süreçlerinin o kadar da basit olmadığı görülmektedir. Bir davranış öncelikle anne-babadan öğrenilen yani modellenen şekliyle var olur. Sonra bireysel uygulamalarla (deneme–yanılma yöntemi) kişi hangi davranışların kendisine haz verdiği ve hangilerinin sıkıntı yarattığını ayrıştırır. Haz veren davranışlar pekişerek sıkıntı refleks halini alırken, yaratanlardan kaçınma yoluna gider. Belirli ortam, zaman ve mekânda, duruma göre yapılması veya yapılmaması tercih edilen davranışlar da vardır. Bunlara durumsal davranış denir. Bu bağlamda bir davranışa terapide yer verilmesi için ya bir patoloji içermesi ya da kişinin bundan rahatsızlık duyması gerekmektedir.
Duygudurum Bozuklukları, Anksiyete Bozuklukları, Somatoform Bozukluklar, Yeme Bozuklukları, Cinsel İşlev Bozuklukları ve Kişilik Bozuklukları sıklıkla bu perspektifte değerlendirilerek ele alınır. Bu klinik tabloları yaratan temel mekanizmanın, kişinin bireysel deneme-yanılma yöntemleri veya sosyal öğrenmeleri sonucundaki hatalı öğrenmeleri olduğu iddia edilmektedir. Tüm bu klinik tablolarda birey bir yerlerde hata yapmış, sosyal öğrenmesindeki çarpıklık nedeniyle hatalı süreçleri pekiştirerek bugüne taşımıştır. Her tekrarlanan eylemi de pekişerek devam etmiştir. Bu durumda hatalı davranışlar meydana gelmiş, bu da klinik bir tabloya neden olmuştur. Terapistin buradaki görevi, klinik tabloya egemen olan, öğrenilerek pekiştirilmiş hatalı davranışları tespit edip, bunları değiştirmeye çalışmaktır.
Davranışlar farklı ortam ve nesnelerle ilişkilendirilmiş, koşullu uyaranlar barındıran bir zincirin halkaları şeklinde de görülebilirler. Pavlov, hayvanlar üzerinde koşullu refleks oluşturma mekanizmalarıyla ilgili birçok bilimsel araştırma yapmıştır. Bugün insanın birçok davranışının, farkında olarak veya olamayarak, bu tip koşullu şartlanmalarla oluştuğu düşünülmektedir. Anksiyete Bozuklukları, Yeme Bozuklukları ve Cinsel İşlev Bozukluklarının birçoğunda koşullu şartlanmaların varlığı ispat edilmiştir. Beyaz bir tavşana her yaklaştığında gürültülü ses ile uyarılarak korkması sağlanan bir bebek hayatının ileriki dönemlerinde, beyaz tavşanlardan hep korktuğu gibi beyaz tavşanı hatırlatan beyaz sakallı yaşlılardan da korkmuş ve kaçınma davranışı sergilemiştir.
Ölümcül bir trafik kazasından kurtulan biri, taşıtlara binmemek gibi bir kaçınma davranışı oluşturabilir. Bu, koşullu uyarılara bağlı gelişmiş olan bir reflekstir. Kişi oluşturduğu bu tip davranışlardan şikayetçi olarak terapiste başvurduğunda, davranışçı terapi teknikleri kullanmak uygun olacaktır.
Davranışçı terapi, davranışı düzenlemeyi amaçlar. Davranışın oluşumunu belirleyen zihinsel süreçler, dinamik çatışmalar ve varoluşsal kaygılar davranışçı terapilerce dışlanmaktadır. Rus bilim adamları, insan beynindeki zihinsel süreçleri iki temel gücün sürekli savaşı olarak açıklamışlardır. Bu savaş, hedefe yönelik aktive edici güçlerle, onu engelleyen, ketleyici güçlerin savaşıdır. Refleksler hem aktive etme hem de ketleme anlamında beyinde oluşturulmuş zihinsel şablonlardır. Davranışlar da bu bağlamda zihinsel şablonlardan ibarettir.
İnsan şartlanmış reflekslerden oluşan bir mekanizma gibidir. Bu şartlı reflekslerin oluşabilmesi için uyarıcı etkinin beyindeki refleks merkezine ulaşması ve uyarıcıya bağlı tepkinin meydana gelmesi gerekir. Bu bir refleks arkıdır. Uyarıcı etki etraftaki birçok nesne ile ilişkilendirilerek ikili, üçlü ve daha çoklu koşullu refleks zincirleri meydana getirilebilir. Bu şekilde bir uyarıcıyı başlatan etken ile sonuç arasında direkt bir ilişki varken zamanla koşullu uyarılara bağlı, uyarıcı etkiyi oluşturan etkenin yanında onunla ilintilendirilen her türlü nesne (eşya, ses, renk, görüntü, zamansal kesit, duygulanım vs.) bu şekilde koşullu bir uyaran haline dönüşebilmektedir.
Beynimizdeki milyarlarca uyarıcı etki ‘hazza ulaşmak ve elemden kaçmak’ temel prensibi perspektifinde bir yapılandırma sürecindedir. Kişiyi hazza ulaştıran refleks arkları pekişerek kalıcılığını sürdürmekte; elem ve sıkıntı veren refleks arkları ve bunlarla ilintili şartlı uyaranlar negatif refleksler doğurduğundan bunlardan kaçınma davranışları sergilenmektedir. Normal bir insanın davranışları incelendiğinde görülmesi beklenen davranışlar söyle sıralanmaktadır;

  1. Bir eyleme yönelirken yapılması gereken nötr davranışlar
  2. Yapıldığında haz veren davranışlar
  3. Yapıldığında sıkıntı veren davranışlar
  4. Yapmaktan kaçınarak haz alınan davranışlar
  5. Kaçınarak sıkıntı duyulan davranışlar
  6. Yapıldığında hem haz hem elem veren davranışlar
  7. Kaçınıldığında hem haz hem elem veren davranışlar
  8. Hastaya haz verdiği halde patolojik diye tanımlanan davranışlar
  9. Hastaya elem verdiği halde normal olan davranışlar

Terapide, bireyin olgun ve normal davranışları terapistin ilgi odağı değildir. Burada bireyi rahatsız eden ve klinik açıdan patolojik olduğu bilinen davranışların düzeltilmesi hedeflenir. Bunun da ötesinde bireyin tüm davranışları normallik içerebilmekte ancak birey davranışlarını geliştirmek ve daha kaliteli bir yaşama ulaşmak istemektedir. Bu amaçla da bireye yardım edilebilir.
Davranışı dikkate alarak insana yaklaşmak, mekanik bir yapıya yaklaşmak gibidir. Bu durum insana yabancılaşmak gibi bir sonuç doğurabilir. Ancak kişiye rahatsızlık veren bazı davranışların kaynağında o kadar basit koşullu şartlanmalar vardır ki sadece davranışçı tedavi yaklaşımıyla bunlar kolaylıkla çözülebilir. Örneğin hastalıklı bir dönemde zoraki yemek yedirilmeye çalışılan biri, bulantı ve kusma şikâyetleri nedeniyle tüm yemeklere karşı bir tepkisel refleks oluşturabilir. Buna bağlı olarak birçok gıdayı yiyemeyen, onları yemeye yöneldiğinde bulantı ve kusma refleksi geliştiren biri davranışçı tedavi teknikleri işe yarayabilir. Yine ilk cinsel deneyiminde kötü şartlarda aşağılanmış ve onuru zedelenmiş ve başarısız olmuş bir bireye davranışçı tekniklerle yardım etmek mümkündür.

BİLİŞSEL PSİKOTERAPİ:

Düşünce bir süreç, düşündüğünü idrak edip düşünceyi iradesel dikkat ile belirli bir alana yönlendirme, odaklanma ve sonuca ulaştırma ise bir bilinç ve şuurluluk halidir. Bilinç, birçok bileşenin bir araya gelmesiyle, düşünce fonksiyonunun belirli bir nesneye yöneltilmesidir. Bilinçli olmak, idrak etmek, farkında olmak ve üzerinde düşünmek insanı insan yapan temel ve karmaşık fonksiyonlardır. Düşünce süreçlerinin tamamen normal çalıştığını kabul edersek, kişinin iradesiyle neyi düşüneceğine ve nasıl düşüneceğine dair bir yapılandırma karşımıza çıkmaktadır. Düşünce süreçlerinin hangi etkiler altında hangi yollara yöneldiğinin matematiksel kurgusu ortaya konabilirse, bir takım düşünsel kaynaklı rahatsızlıkların tedavisinde neler yapılabileceği de netleşir.
Birey çocukluğunda, ebeveynin veya bakıcıların nesne ile ilişki şeklini modeller. Bir ev içideki nesnelerin önemlilik derecesi aile tarafından kodlanır. Sehpa üzerindeki kristal vazonun önemliliği ile kül tablasının önemliliği aynı kategoride değildir. Ebeveyn kristal vazoya yaklaşırken jest, mimik ve hareketleriyle pahalı ve önemli bir şeye dokunduğunu çocuğa anlatmaktadır. Aynı ilişkiyi kül tablasıyla ortaya koyarken kül tablasının önem derecesinin azaldığı görülmektedir. Çocuk kül tablasına uzanıp almaya çalışırken, ailenin yüzündeki tedirginlik ile baba yadigârı kristal vazoyu almaya çalışırken ailenin yüzünde beliren tedirginlik farklıdır. Bu durum ayrı ayrı kodlanmış önemlilik derecesinin farklılığını gösteren bir yapılandırma sürecidir. Bütün sosyal ilişkilerin ikili, üçlü ve tüm nesne ilişkilerinin önem sırası aynı şekilde ruhumuza kodlanmaktadır. Bu kodlanmış sistemi aynen kopya ettiğimizde nesne ile ilişkiler kaotik olmaktan kurtulacak, matematiksel bir sürekliliğe ve geçerliliğe sahip olacaktır. Bebeklik dönemindeki bu kodlama kişiliğin ana temel kabullerini oluşturacaktır.
Çocuğun modellediği ebeveynin nesne ile ilişkileri sağlıklı ve normal ise çocuğun geliştireceği kişilik örüntüsü o oranda normal olacaktır. Bu temel kabuller üzerine çocuk ilişkilerinde bazı tecrübeye dayalı bilgiler ve beceriler elde edecektir. Zamansal süreç içerisindeki nesne ile ilişkilerde bu tecrübeler bireye haz duyumu oluşturduğu müddetçe kalıcılığını sürdürürken, nesne ile ilişkide sıkıntı ve acı duyulması aynı şekilde o ilişkinin bu bağlamda kodlanması sonucunu doğuracaktır. Önem derecesinin ilk basamağında; anne-babanın önem derecesinin bebeğin ruhuna kopyalanması söz konusu iken, ikinci basamağında; çocuğun gelişim evrelerinde nesne ilişkilerinde yaşadığı haz ve elemin şiddet derecesine göre yeni bir kategorizasyon yapılacaktır. Bu kategorizasyona göre de daha sonraki nesne ilişkilerinde ön yargılı olarak yaklaşılarak sonucun o yönde olacağı ihtimali önkabulünden dolayı ya bir olay peşinen negatif olarak kabul edilecek ya da acı duymamak için o nesne ile baştan hiçbir ilişkiye girmeyerek ondan kaçınılacaktır.
Önyargılar, tutumlar ve tabular fonksiyonel olmayan davranışlardır. Temel bireysel öğretilerin üzerindeki bir katmanda yer alırlar. Birey yaşamı için, anne-babasından aldığı temel kabuller çerçevesinde, kendi tecrübeleriyle, oluşturduğu fonksiyonel olmayan kabulleri birleştirerek yeni bir alan seçer. Bu alan içerisinde yaşamını ve nesne ilişkilerini sürdürür. Bunların devamlılığı kişinin varoluşunu devam ettirir. Ancak bu varoluş bazı bireylerde mutluluk ve keyif halini alırken, bazılarında sıkıntı, bunaltı ve çaresizlik meydana getirir. Temel kabulleri ve ana şemaları sorgulama ve değiştirme imkânı olmadığından yeni olaylarla karşılaştığında otomatik düşünce kalıpları aktive olarak arka plandaki ana yapının işlerliğini devam ettirmeye çalışırlar. Bu da kişinin hayat içindeki varlığını sürdürmesine neden olur ve hiçlik ile yokluk karşısında alınması gereken en önemli önlemdir. Ancak bireyin ebeveynden aldığı temel kabulleri, tecrübesiyle elde ettiği yargıları ve bunlara bağlı yeni nesne ilişkilerinde otomatik düşünce aktivasyonu bireyi bir sonuca götürür. Bu sonuç sağlıklı bir zeminde gelişmiş ise birey mutlu ve huzurludur. Bu zincirin halkaları patolojik bir yapılandırma şeklinde oluşmuş ise birey mutsuz huzursuz ve sıkıntılıdır. Terapistin görevi patolojik bir süreç işleyerek oluşturulmuş olan bu bilişsel yapılanmanın hatalı tarafını bulup, bunları daha sağlıklı yapılarla değiştirmeye çalışmaktır. Bu durumda savaşılması gereken üç bilişsel katman vardır;
İlk katmanda temel kabuller yer alır. Biyolojik öğrenmenin ilk nöronal yolları burada meydana gelir ve bilinçdışı kişilik örgütlenmelerinin dinamik süreçleri burada bulunmaktadır. İkinci katman kişinin olaylar ve nesneler karşısında önyargılı bir şekilde iletişim sistemini oluşturan katmandır. Üçüncü katmanda ise alt katmanın geçerliğini temin edecek otomatik olumsuz düşünceler veya savunma düzenekleri yer alır. Olumsuz otomatik düşünceler göreceli olarak daha kolay düzeltilip olumluları ile değiştirilebilirken, fonksiyonel olmayan şemalar ve temel kabullerin değiştirilmesi daha zordur.

PSİKANALİTİK PSİKOTERAPİ

Psikanalizde transferans ve bunun altındaki bebeklikteki çatışmalara ulaşmak yatar. Psikanalitik psikoterapide ise şu andaki çatışmalar, hastanın şu andaki psikodinamik örüntüleri önem taşır. Psikanaliz, transferans analizi ve serbest çağrışım tekniklerini kullanarak; psikanalitik psikoterapi ise görüşme ve tartışma ile çok az serbest çağrışım kullanır. Psikiyatriste yönelik tepkilerin psikanalizdeki kadar büyük önemi yoktur. Ancak terapiste yönelik tutum ve tepkileri zaman zaman ortaya çıkar ve faydalı tarzda kullanılır. Tedavi tekniği olarak divan kullanılmaz. Psikanalitik psikoterapi tek bir destekleyici görüşme şeklinde olabileceği gibi, haftada 1-3 defa yapılacak, birkaç yıl sürecek tedavi şeklinde de olabilir.
Psikanalitik psikoterapinin 2 önemli tipi vardır:
1. İç Görü Yönelimli Terapi: Varolan duygu, tepki, davranış özelliklerine, ilişkilerine ait dinamikleri anlamak önemlidir. İç görü hastanın kendi kişiliğini anlamasıdır. Ego gücü, yeterli kişilere yapılabilir. Terapilerin ikiliği, sadece geliştirilen iç görüye bağlı değildir. Terapistle özdeşleşme yargılamayan, sınır koymayan bir ortamda duyguların açığa çıkarılması ve diğer insan ilişkisi etkenlerine bağlıdır. Hastanın zayıf egosuna destek olunarak uyumsuz davranışlarına gerçekçi sınırlandırmalar yapılarak, terapist müdahalelerde bulunur. Terapist, hastanın çocukluğundaki önemli figürlerle kendisi arasında, hastanın bulduğu farklılıklar üzerinde tartışır. Böylelikle hasta ebeveynlerine ilişkin tutumlarını genellediğinin, tepkilerini genellediğinin farkına varır. Böylelikle otorite figürlerine otomatik tepkiler gösterdiğini fark eder.
2. Destekleyici veya İlişki Yönelimli Terapi: Amaç, savunmaların onarılması veya güçlendirilmesi, bozulan kapasitenin arttırılması. Hastanın suçluluk, utanç ve sıkıntılarını ele alması çok zor olan dış baskı ve früstrasyonlarla karşılaştığında, gereksinim duyduğu kabul bağımsızlık sürecini kapsar. Bu teknik hastanın kendisini daha güvenli, emin, kabul gören, az sıkıntı hissetmesine yardımcı olur. En büyük tehlike aşırı bağlanmasıdır. Bunun için terapist hastayı gittikçe daha bağımsız kılmaya çalışmalıdır. Hasta ile terapist arasındaki ilişkiler, hastayı yıkıcı veya hatalı ebeveyn tutumlarından farklı tutumlar olduğunu öğrenir. Sanki ebeveynlerinin hatalarını nötralize eder. Hasta böylelikle yeni anne-baba modeli ile özdeşleşme olanağı sağlar. Alexander buna "destekleyici duygusal yaşantılar" adını vermiştir. Birçok hastalık için faydalıdır. Daha çok ego zayıflığı olan hastalarda kullanılır ve sağlıklı kişilerde aşırı kriz durumlarında kullanılır.
Psikanalitik terapi teknikleri hastanın davranış ve semptomlarına, entelektüel içgörü sağlamasına yöneliktir. Terapi ilerledikçe hastanın kendisini anlatmasıyla sağlanan katarsisin (boşalma), tedavi edici etkisinin yanı sıra bilinçdışı materyali içgörünün sağlanması yoluyla yeniden eğitim ve kişilikte kalıcı değişiklik sağlanması mümkün olur. Psikanalitik terapinin 5 temel tekniği vardır.
1.Serbest Çağrışım: Temel bir tekniktir. Analist hiçbir sansür yapmaksızın hastanın zihnine gelen düşünceleri ona acı ve ızdırap verse bile durmaksızın söylemesini ister. Böylelikle gerçekte danışan kendi düşünce ve duygularını izleme olanağı bulur. Divan üzerine uzanmış hastanın serbest çağrışımları hiç kesilmeksizin dinlenir. Serbest çağrışın bilinçdışı istek, fantezi, çatışma ve güdülere bir kapı açılmasına yardımcı olur. Güçlü ve yoğun duygular açığa çıkar. Geçmişle bağlantısı anlaşılır. Analistin görevi bu materyalin içinden represe materyalleri çıkarmak, bilinçdışının kilitlerini araştırmaktır. Serbest çağrışımdaki sıralanım, analiste, danışanın olarlar arasında bağlantı kurma tarzını anlamasına olanak sağlar. Çağrışımdaki engellemeler, kesilmeler, anksiyete yaratan materyalin açığa çıkmasını engellemek içindir. Analist hastaya içgörü kazandırmak amacıyla bu materyalden yola çıkarak yorum yapar.
2. Yorum: Serbest çağrışımların, rüyaların, dirençlerin ve transferansın analizi ile yapılır. Analist hastanın rüyalarında, serbest çağrışımında, direncinde ve terapatik ilişkisindeki davranışlarının anlamlarını danışana açıklar, hatta öğretir. Yorumun işlevi egonun bilindışından gelen bu eni materyallerin özümletmesini sağlatmak, bilinçdışı materyalin üzerindeki örtüyü biraz olsun kaldırabilmektir. Çok iyi zamanlanmalıdır. Eğer erken yapılırsa danışan yorumu reddeder. Hasta kendi bilinçdışı materyalleri tolere edecek haldeyken (kabul edecek) yorum yapılmalıdır. Bir diğer kural yorumun yüzeyden derine doğru kademe kademe yapılmasıdır. Yorumdan önce mutlaka savunma ve dirençlerin çözülmüş olması gerekir; yoksa duygusal içgörü sağlanamaz.
3.Rüya Analizi: Rüyalar bilinçdışı materyallerin anlaşılmasına olanak sağlar. Çözülmemiş sorun alanlarına içgörü sağlar. Uyku sırasında savunmalar azalmıştır. Bu nedenle represe edilmiş materyal yüzeye çıkar, bilinçdışı istek ve gereksinim ve korkular ifade edilir. Bazı materyaller direkt olarak değil sembolik olarak sunulmuştur. Rüya analizi yapabilmek için sembollerin anlamını çok iyi bilmek gerekir. Rüyalar iki düzeyde içeriğe sahiptir: Gizli içerik ve görünürdeki içerik. Gizli içerik sembolik ve bilinçdışı güdüleri kapsar. Bunlar bilinçdışı saldırganlık ve cinselik içgüdülerinin kişiyi rahatsız etmesi, dolayısıyla şekil değiştirerek daha kabul edilir görünürdeki içeriğe dönüşmesiyle kişi tarafından kabul edilebilir hale gelir. Rüya analiste, rüyayı analiz yaparken serbest çağrışım da yaptırabilir. Böylece görünürdeki içeriğin altındaki gizli içerik anlaşılabilir.
4. Direncin Analiz ve Yorumu: Direnç terapinin ilerlemesini engelleyen her türlü şeydir. Bilinçdışı materyalin anlaşılmasını hedefler. Hasta rüya ve serbest çağrışım analizleri esnasında, bazı duygu, düşünce ve yaşantıları konuşmak istemeyebilir. Freud'a göre bunun nedeni, bilinçdışı bastırılmış materyalin açığa çıkmasıyla ortaya çıkabilecek anksiyeteyi önlemektir. Analist, direnç yorumu esnasında danışana direncinin nedenlerinin farkına varmasını sağlatmayı hedefler. Direnç genellikle danışanın yorumu reddetmesi olasılığını azaltır ve direnç davranışını anlayabilmesine olanak sağlar. Direnç, günlük yaşamdaki savunma mekanizmalarının işlevine sahiptir. Hastayı anksiyeteden korur. Fakat günlük yaşamında dirençli bir kişi, yaşamını yaşayamaz. Direnç, anlamı bilinçdışı materyalin bilince seçmesini engellemektir. Transferansın gelişimi esnasında direnç oluşumu psikanalitik terapinin normal bir gelişim olayıdır. Terapi ilişkisi esnasında danışanın kaçındığı her hangi bir durum bilinçdışı materyalin açıldığını gösteren fakat kapatılmaya çalışıldığının bilgisini veren terapist tarafından yorumlanması gereken önemli bir ipucudur.
5. Transferans Yorum ve Analizi: Danışan analistle ilişkisinde, geçmişinde anne-baba veya başkalarına yönelik reddettiği duyguları ve saldırganlığı yeniden yaşar. Klasik analizde transferans istenilen bir şeydir. Ve analist mümkün olduğu kadar nötr, ayna gibi olarak bunu güçlendirir. Ancak bir çok analitik terapist bu kadar önem vermeksizin, diğer tekniklerle beraber kullanırlar. Transferans analizi ile hastanın fiksasyonları, yoksunlukları, geçmişinin bugüne etkisi anlaşılır. Hasta transferans analizi ile duygusal olarak gelişmesini geciktiren geçmiş fiksasyonlarının bugün ki yansımalarını görür.
VAROLUŞÇU PSİKOTERAPİLER:
Egzistansiyalist felsefe bir anlam arayışından yola çıkar. İnsanın, kendisini ve maddeyi sorgulaması sonucunda karşılaştığı çıkmazları anlamaya çalışır. Birçok filozof varoluşçu felsefî akımın gelişmesinde rol almıştır. Kierkegaard, Heidegger, Sartre, Nietzsche gibi filozoflar bu akımın öncülerindendir. Özellikle Sartre’ın etkisiyle toplumsal hayata açılan varoluşçu felsefe birçok alanda etkiler yaratmıştır. İnsanı açıklamaya çalışan ve insanın sorunlarına farklı bir yaklaşım getiren varoluşçu felsefe, zamanla psikolojide de temsilciler bulmuştur. Varoluşçuluk bu anlamda, insanın zihinsel yapısının ve dünyayı algılama şeklinin farklı bir tarzda açıklanmasıdır.
Terapötik yaklaşımlar, genel olarak insanın sorunlarına katman katman çözüm bulmaya çalışmaktadır. Davranışçı, Kognitif ve Dinamik ekoller bu sorunları çözme iddiasındaki terapötik ekollerdir. Ancak klinik uygulamalarda, bu terapötik yaklaşımların tıkandıkları, çözüme ulaşamadıkları yerler ve zaman dilimleri mevcuttur. İşte bu aşamada varoluşçuluk psikoterapiye yeni bir açılım sağlamıştır. Psikiyatrik klinik tabloların birçoğundaki temel sorun anksiyete ve korkudur. Anksiyete yani bunaltı, kaygı bir sinyal niteliğindedir. Reel hayatın uzantıları, bir tehlike arz ediyorsa birey bunaltı içine girer. Bir yakının kaybı, ekonomik sıkıntılar, yaşanılan bir takım ağır travmalar bireyde bunaltı yaratır. Gerçek, yaşanan bir olaya karşı kişinin hissettiği bunaltı normaldir. Çünkü bir sinyal niteliğinde olan bu bunaltı sayesinde birey bir takım koruyucu tedbirler alır. Bu tedbirler sayesinde de varlığını sürdürür. Fakat bazı bunaltılar vardır ki, kaynağına indiğinizde, ya davranışsal bir öğrenme ya bilişsel bir çarpıtma ya da dinamik bir alt yapıya dayanmaktadır.
Bazı klinisyenler kendilerini varoluşçu psikoterapist olarak isimlendirmektedirler. Bunların başında psikanalist okulundan yetişmiş Irving Yalom gelmektedir. Yalom geniş klinik tecrübelerinden yola çıkarak kendini bir psikanalitik yaklaşımla sorgulamış, sonuçta varoluşçu psikoterapi anlayışında karar kılmıştır.
Varoluşçulara göre insanın psikolojik rahatsızlıklarının temelinde varoluşçu bir takım etmenler bulunmaktadır. Tabloların karmaşıklığı veya kaotik oluşu insanı yanıltmamalıdır. İnsanlar birbirlerinin aynısıdır. İnsan, elinde olmadan bu dünyada var olmuş bir yaratıktır. Varlığını fark edebilen tek yaratıktır. Varlığını fark etmeyle beraber varlığının neden ve niçinlerini sorgulamak durumundadır. Bu durum, insanın varlığına anlam arama sürecidir. Varlığa anlam aramak doğuştan gelen bir ihtiyaçtır. Kendini sorgulayan insan, bu sorgulamanın sonucunda bir takım çıkmazlara sürüklenebilir. Çıkmaza sürüklenenler, büyük bir bunaltı, sıkıntı ve korku hissetmektedirler. Hissettiği bu derin bunaltı halini tekrar anlamlandırma ihtiyacı duymakta ve bundan da bir takım klinik tablolar ortaya çıkmaktadır. Her birey varoluşuna anlam arayışıyla birlikte sorgulamaları sonucunda bir takım sorulara ve sonuçlara ulaşmaktadır. Cevabını bulamadığı temel birkaç soru vardır. Bu soruların cevapsızlığı ve çözümsüzlüğü insanı yalancı bir dünyaya mahkûm bırakmaktadır. İnsan oyun içinde oyun oynamakta ve kendi kendini kandırmaktadır. Varoluşuna anlam arayan insanın cevaplamaya çalıştığı temel beş soru şöyle sıralanabilir:
1. Hayatın anlamı nedir?
2. Geleceği bilmek ve belirlemek mümkün müdür?
3. Ölümden başka bir hakikat var mıdır?
4. Kaderimizin sorumluluğu kime aittir?
5. Hayatta yalnız mıyız?
GESTALT TERAPİSİ:
Gestalt psikolojisi, Wertheimer, Koffka ve Köhler tarafından 1900’ lü yılların sonlarında geliştirilmiştir. Bu psikoloji, strüktürcülerin ve davranışçıların atomcu görüşüne karşı bir tepki olarak doğmuştur. Olay ve nesnelere anlam yüklemede bütünsel algı ilkesi öne çıkar. Eğer olaylar parçalara bölünüp anlamlandırılırsa gerçek anlama ulaşılamaz. Yaşantılar fiziksel, zihinsel, çevresel ve daha birçok etken sonucu oluşur. Ortaya çıkan bütünlükte, onu oluşturan unsurların toplamından daha çok şey bulunur. Bundan ötürü bütünü oluşturan unsurlar ayrı ayrı inceleme konusu yapılmamalıdır. Zihinsel bir olayı ya da toplumsal bir olguyu parçalara ayırıp incelemek anlam, nitelik ve bütünlüğü bozar. Ayrıca olay ve nesneler ortama bağlı olarak değer kazanır. Zaman içinde yan yana ve arka arakaya gelen olaylar da birbirini etkiler.
Almanca kökenli bir kelime olan Gestalt; biçim, yerine oturtma, bütünleştirme, örüntü ve tamamlama anlamlarına gelir. Gestalt terapi yaklaşımı, Fritz Perls tarafından geliştirilmiştir. Terapinin dayandığı birçok ilke Gestalt psikolojisinden gelmektedir. Bireyin kendisiyle ilgili farkındalığı, Gestalt terapisinin temel kavramları arasında yer alır. Farkındalık, bireyin toplumun belirlediği kalıbın dışına çıkmasını, yaşayışını bilinçli olarak yönlendirmesini ve isteklerini doğru olarak belirlemesini sağlar. Bireyin kendisi ile ilgili farkındalığı; duygularını, düşüncelerini, dışsal uyaranları, kaslarını, beden duruşunu, solunumunu ve bedenin diğer bölümlerini kapsar.
Sağlıklı insan; duygu, düşünce ve algılamalarının farkında olan ve sosyal baskılara rağmen kendini gerçekleştirmeyi başarabilen kimsedir. Sağlıklı insan farkındalığı sayesinde özgür olmayı başarır ve tercihlerini toplumsal beklentilere göre değil, bireysel gereksinimleri yönünde yapar. Terapi sürecinde, terapist danışana farkındalığını nasıl geliştirebileceğini ve bu farkındalığı bütün yaşamına nasıl yayabileceğini öğretir. Bu öğretim ilişkisinde terapist kendi farkındalığını kullanarak, danışanı bilinçlendirir.
Terapist, danışanın geçmişte yaşadığı duygu ve düşüncelerle ilgilenmez, daha çok danışanın o an neler hissettiğiyle ilgilenir. Danışanın dikkatini duygu, düşünce ve davranışlarına yönlendirir ve aklında, hayalinde, yüreğinde ve bedeninde olup bitenleri ortaya çıkarmasını ister. Danışan geçmiş ile ilgili yaşantılar hatırladığını belirttiğinde, terapist geçmişteki yaşantının üzerinde bıraktığı izlerden çok, o anda nasıl bir duygu ve düşünceye sahip olduğunu anlatmasını ister. Örneğin, babasının kendisini dövdüğünü hatırlayabilir. Terapist, danışanın babasından dayak yediği zaman babasına karşı hissettiği duyguları anlatmasını istemez; terapist için önemli olan, danışanın dayak olayını hatırladığı zaman babasına karşı “o an” hissettiği duygulardır. Terapi sürecinde önemli bir konu ise, terapistin danışana sorumluluk sahibi olmayı öğretmesidir.
Şiddeti arttırma tekniği de sık kullanılır. Terapist, danışanın o an içinde olduğu duygu ve düşüncelerinin şiddetini arttırmasını ve yoğun bir biçimde hissetmesini söyler. Şiddeti arttırılan duygu ve düşüncelerin beden üstündeki fiziksel yansımaları da önem kazanır. Bu nedenle danışanın dikkati bedenine yönlendirilir.
İnsanlar yaşamın birçok yönünde ve alanında rol sahibidirler. Çoğu defa bu roller arasında bir uyum görülmez. Gestaltçı terapistlere göre bu uyumsuzluk kişinin kendi farkındalığını yeterince yakalayamamasından kaynaklanır. Çocukluktan itibaren birçok olumsuz durum bireyi etkilemektedir. Bireydeki mekanizmaların bu etkilerin doğurduğu acıdan kurtulmak ve bireyi bu etkilerin zararından koruyabilmek için kendini parçalara böldüğü söylenir.
“Boş sandalye” tekniğiyle bu farkındalık kazandırılmaya çalışılır. Terapi odasına karşılıklı iki sandalye konulur; biri boş bırakılırken, diğerine danışan oturtulur. Danışandan yaşamındaki herhangi bir role girmesi istenir. Örneğin, koca rolüne girer ve karşısındaki sandalyede eşinin oturduğunu farz ederek eşine hitaben konuşur. Sonra diğer sandalyeye oturması istenir ve şöyle denilir: Sen kendini eşinmiş gibi düşün ve karşında duran kocana cevap ver. Bu sandalye değiştirmeler, danışanın ilişki içinde olduğu bireylerle arasındaki ilişki düzeyi terapist tarafından öğrenilinceye kadar devam eder.
Gestalt terapisinde terapist ile danışan arasındaki ilişki öğretmen ile öğrencisi arasındaki ilişkiye benzer. Terapi süresince öğretim oldukça yoğundur. Bu öğretimin temelindeki amaç ise, bireye kendisi ve kendisi dışındakilerle ilişkilerinde farkındalığını arttırmasını sağlamaktır.
BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI TERAPİ:
Kişinin çeşitli durumlarda verdiği tepkilerin otomatik olmadığı, bu tepkilerin arkasında belli bir öğrenme sürecinin olduğu düşünülür. Bu öğrenme süreci, belli durumlara şartlanma, belli durumların kişi için ödül veya ceza oluşturması, modelleme gibi yollarla olur. Aynı durum, değişik kişilerde değişik tepkilere neden olur. Bu da, kişinin belli bir duruma otomatik olarak tepki vermediğini, söz konusu durumun onda belli duygu ve düşünceleri tetiklediğini, bazı inanışlarını harekete geçirdiğini gösterir. Örneğin, yolda bayılmış yatan birini gören bir kişi, önce kendisinin iyi bir insan olduğunu düşünür. İyi insanların da yardım etmesi gerektiğine inanır, üzülür ve o kişiye yardım etmeye çalışır. Aynı kişiyi gören bir başkası da, bilinmeyen şeylerin her zaman tehlikeli olduğuna inanır, bu kişiye yaklaşırsa başına kötü bir şey geleceğini düşünür, korkar ve hızla oradan uzaklaşır.
Duygusal zorluklar yaşayan kişilerin de, bazı yanlış inanışları ve şartlanmaları olduğu kabul edilir. Örneğin, kişi kendisinin son derece değersiz olduğuna inanır, değersiz kişiler hiçbir şey hak etmezler ve başkaları tarafından sevilmezler. Bu nedenle de, değersiz kişinin arkadaş bulma şansı çok zayıftır.
Bilişsel/Davranışçı Terapi, kişinin bu yanlış inanışlarını fark etmesini, bazı durumlarda da bunların nasıl oluştuğunu keşfetmesini amaçlar. Daha sonraki aşamada ise kişinin yanlış inanışlarını değiştirebilmesi ve kendisini rahatsız eden davranış kalıplarından kurtulabilmesi için kendisiyle bazı çalışmalar yapılır ve bazı somut ödevler verilir. Kişiden öğrendiği şeylerin yerine başka davranış kalıpları koyması istenir. Terapinin sonunda, kişinin kendisiyle ilgili gerçekçi inanışlar geliştirebilmesi ve kendini mutsuz eden inanış ve davranış kalıplarını tümüyle bırakabilmesi beklenir.
Bilişsel ve Davranışçı terapilerde terapist ve danışan birlikte, danışanın sorunu hakkında ortak bir fikir edinerek sorunu birlikte anlamaya, mevcut sorunun danışanın düşünce, duygu ve davranışlarını, ve gün içindeki işlevlerini nasıl etkilediğini belirlemeye çalışırlar.
Danışanın kişisel sorunlarının anlaşılmasını izleyerek terapist ve danışan bir sonraki aşamada tedavi hedefleri belirleyip bir tedavi planı oluştururlar. Terapinin amacı danışanın sorunlarını çözmekte halen kullandığı baş etme yöntemlerinden daha yararlı olabilecek çözümler üretebilmesini sağlamaktır. Bunu izleyerek, danışanın terapi seansları içinde öğrendiklerini terapi seansları arasındaki süreç içinde de uygulaması istenir.
Terapi birlikte kararlaştırılan seans sayısına göre düzenlenir. Seansların sayısı danışanın sorununun niteliğine ve şiddetine bağlı olarak değişir. Genellikle seanslar haftada bir, birer saatlik 10-15 seans olarak planlanır ancak bu süre daha kısalabilir veya uzayabilir. Tedavi tamamlandıktan sonra danışan ve terapist, sınırlı sayıda izleme seansları yapabilir. Amaç tedavide sağlanan değişimin izleme döneminde de başarı ile devamını sağlamaktır.
BÜTÜNCÜL PSİKOTERAPİ
Farklı bir çok psikoterapi tekniğinin, hangi hastaya, ne zaman uygulanacağını ve bütünü izah etmeye yönelik bir terapi yöntemidir. Terapistin farklı teknikleri entegre etmesine olanak sağlar. Esneklik sağlayan yöntem ayrıca evrensel uygulamalar için de uygundur.
Bütüncül psikoterapi; hastanın psikopatolojik gelişim hikâyesiyle bağlantılı olarak; davranışçı, bilişsel, dinamik ve varoluşsal terapi gibi birkaç farklı yapının bir formülasyon içinde yer almasıdır. Bu yapılar tek başına patolojiye neden olabileceği gibi birkaçı bir arada bulunarak da bir patolojiyi oluşturabilir. Böyle geniş çaplı bir bakış açısı hastanın doğru bir şekilde anlaşılmasını sağlar ve terapistin iyi bir formülasyon yapmasına olanak sağlar. Yapılan formülasyona göre terapist tarafından bir tedavi prosedürü hazırlanır ve birkaç farklı tedavi tekniğinin uygun olanları tedavinin uygun aşamalarında uygulanır. Böylece terapist tek bir psikopatolojik öğretinin sınırlarına hapsolmaz ve hastaya yararlı olabilecek geniş bir terapi alanında birçok tedavi tekniğini uygulayabilme şansını elde eder.
PSİKOTERAPİ ALANINDAKİ GELİŞMELER NARRATİVE TERAPİ
Birazda ruhumuzun ihtiyaçlarına kulak verelim.
“Yeni akıllı telefon aldın, elektrikli arabalara hevesleniyorsun, dünyanın öbür ucundaki arkadaşınla internette sohbet ediyorsun. Peki çok güzel benim ihtiyaçlarım için yeni ne var hiç bakıyor musun?” diye ruhumuz sorabilir bize.
Ruhunuzun sorusuna cevap verirken size yardımcı olmaya çalışayım.
3. GENERATİON PSİKOTERAPİ: NARRATİVE TERAPİ
İnsanlar var oldukça yaşamda karşılaştıkları olumlu veya olumsuz olayları, durumları anlama, tanımlama ve üzerlerinde bıraktığı etkiyi gözleme ve uyum yapma konusundaki çabaları hiçbir zaman bitmeyecek, insanın temel işlevlerinden biri olarak varlığını sürdürecektir.
Dolayısıyla ruhumuz, zihnimiz çok işlevli bir ev sahibidir ve arayışlar sürdüğü müddetçe psikoterapi ihtiyacı olacaktır. Kısaca psikoterapi ölümsüzdür.
Her şey değişiyor, yenileniyor, arayışlar bitmiyor. Ruhsal sorunlara müdahalede bu yeniliklerden yararlanıyor. Ruhsal sağlık çalışanları psikoterapi alanında yeni teorik ve pratik uygulamaları yeşertmeye çalışıyor. Bu çok sevindirici bir çaba. Bunu iletmeyi ve bilgi sahibi olunmasını değerli buluyorum. Bu kısa yazıda sizlere Narrative Terapi konusunda temel bilgiler vereceğim.
NARRATIVE TERAPİ
Bu modelin kaynağında insanların kişisel hikayelerinin ve bireysel değer ve anlamlandırma pratiklerinin önemi bulunur. Terapi sürecinde “İnsanların anlam oluşturma becerilerini merkeze alan veya yaklaştıran terapötik pratiklerin gelişimi için yeni imkanlar açar ”.
Narrative Terapiyi şekillendiren ustalardan alınan sözlere kulak verelim.
Onlar der ki:
*İnsanlar anlam üreticilerdir; yorumlayıcı varlıklardır, tecrübelere anlam isnat etme konusunda aktiftirler...
*Anlamlar tesir edicidir; tecrübelerimize isnat ettiğimiz anlamlar bizim hayatımızı ve attığımız adımları şekillendirir. Anlamlar bizim yaşayışımızı devam ettirir.
*Hikayeler anlam oluşturmak için bize bir çerçeve, yapı veya mercek sunarlar; biz hikayelerin içinde doğmuşuz, kendimiz ile birlikte hikayemizi de taşırız. Hikayeler sadece hayattaki olayları yansıtmakla kalmaz bizi şimdi ve gelecekte şekillendirir. Hikayeler anıları, düşünceleri, açıklamaları, duyguları, eylemleri neyi fark edip fark etmediğimizi etkiler.
*Hikayeler içindekiler kısmı ile vardır: Hazırlanmış, anlaşılmış, tedavül ettirilmiştir. Tarihi, sosyal ve kültürel içeriklere sahiptir.
*Bazı hikayeler diğerlerine göre daha fazla yere sahiptir.
*Hayat birden fazla hikayelidir, tek hikayeden ibaret değildir. Aynı anda açığa çıkan bir çok hikaye vardır. İnsanların hayatlarını konu edinen hikayelerde hep belirsizlik ve zıtlıklar bulunur. Kimliğin hiç bir zaman bir doğruluğu olmamıştır.
*Kimlik sosyal ve ilişkiseldir; Kimlikler değişmez ve durağan değillerdir. Başkalarıyla olan ilişkilerde umumi ve kişisel başarılar önemlidir.
Uz. Dr. Sema Bayçın Aytaçlar